T.S.D. İstanbul Şubesi Lokaline Dokunma

Dün akşam tatsız bir haber aldım. N’oldu peki? İddialara göre, Türkiye Sakatlar Derneği İstanbul Şubesi lokali kapatılıp kiraya verilecekmiş. Çünkü derneğin borçları varmış. O borçları bu şekilde kapatmayı düşünüyorlarmış. Şimdilik bunlar iddia. Umarım gerçeklik payı yoktur.

Eğer iddialar doğruysa, dernek hantal ve akıldışı politikalarla bir borç batağına saplanmışsa, bunun bedelini niçin engelliler ödüyor?

Niçin zamanında önlemler alınmamış, niçin sorumlular hiçbir şey yapmamıştır?

Perşembenin gelişi Çarşambadan belli değil miydi?

Dernek, günlük politikalarla, vizyonu olmayan anlayışlarla uçuruma doğru sürüklenirken orada burada keyif çatmanın hangi hizmet anlayışıyla ilgisi vardır?

Bu konularda dernek yetkililerinin çıkıp bir açıklama yapmasını bekliyoruz.

Eğer bu iddialar doğruysa, o lokalin kapatılması engellileri dünsüz, bugünsüz ve geleceksiz bırakmaktır.

Gecekonduda içime doğan güneş

Daha dün gibi anımsıyorum derneğe geldiğim ilk günü… O günlerde kendimi hiçbir yere ait hissetmiyordum. Küçümseyen, hor gören bakışların bedenime saldırmasından bıkmıştım. Ben nerdeydim? Yaşam akıyordu ama kendimi bu dünyaya yabancı hissediyordum. Düşlerimde mutluluğu arıyordum çaresizce…

O gün gökyüzünde pırıl pırıl bir güneş vardı. Yüreğim de bir o kadar ışıklıydı. Kalbimin derinliklerine umut denilen parıltı usul usul yağıyordu. Belki de biraz sonra dostluk, paylaşma, dayanışma, birlik ve beraberliğin tarhlarına adım atacaktım. Nasıl da coşku dolu ve sevinçliydim. Bu duygularla Aksaray’daki derneğin önüne gelince önce derme-çatma bir gecekonduyla karşılaşınca şaşırdım. Nedense kafamda daha modern bir bina tasarlamıştım. Bu düş kırıklığı içinde tek katlı gecekonduya ilerlerken özgürlüğe kanat çırptığımı bilmiyordum.

Dernek evimdi benim

Neden özgürlük dedim şimdi? Çünkü dernek evimdi benim. O evin her köşesinden cıvıl cıvıl şen kahkahalar yükseliyordu. Orada size hiç kimse uzaydan gelmiş gibi bakmıyordu. Hiç kimse size acımıyor, önyargılar bir duvar gibi önünüze dikilmiyordu. Birlikte gülüyor, birlikte dertleşiyor, birlikte ağlıyorduk. Orası sımsıcak bir yuvaydı. Hem de öyle bir yuva ki, tüm kapıları herkese açıktı.

Ne güzeldi özgürce, sınırlar olmadan o evin odalarında dolaşabilmek…

Bunun adı bir yere ait olmaktı. Meğerse aradıklarım yanıbaşımdaymış. Ben hiçbir ayrımcılığın olmadığı bu limanda demirlemekten dolayı çok mutluydum.

Her ne kadar önceleri mutluluktan havalarda uçsam da, sonraları çeşitli ortamlara girdikçe ve insanları tanıdıkça kimi düş kırıklıkları yaşadım. Ancak T.S.D.’ne gelmiş olmam yaşamımda bir dönüm noktasıdır. Sonraları o derme-çatma gecekondu yıkıldı. Yerine kocaman bir bina yapıldı.

Sapsarı bir bozkır

Şimdi ise derneğe gelip giden üye yok.

Lokal bomboş… Öldüresi bir sessizlik… Sapsarı bir bozkır…

Köhne ve çürümüş anlayışlarla hiçleştirilen bir sivil toplum örgütü…

Çünkü üyeler sağır ve dilsiz…

Yöneticiler ise ezilen ve hor görülen engellilerin sesi olmak yerine sahte adanmışlıklarla tüm sorunlara gözlerini kapatıyorlar.

Bireysel çıkarlarını dernek çıkarlarının önünde tutarak güç, mevki, makam peşinde koşuyorlar.

Ne yazık ki, kapitalizmin içselleştirilen değersizlikler silsilesi sivil toplum örgütlerinin de içini kemire kemire bitirdi. Bencillik, rekabet, para kazanma hırsı, ihanet, mevki ve makam merakı bilinçlerimizi körleştirdi.

Bunun yanı sıra, bizzat engelli sivil toplum örgütlerindeki yapılanma, engellilerin parçalanıp bölünmesine yol açan bir yapıydı.

Bir de buna engellilerin eğitimsiz olması eklenince, işler Arap saçına dönüyordu.

Soyutlama yapamıyoruz

Bana göre, tüm sivil toplum örgütleri birleşmeli ve Türkiye’de güçlü bir engelli hareketi başlatılmalı. Bunun yolu nerden geçiyor peki? Tüm sivil toplum örgütlerinde engelli eğitim seferberliği yapılmalı. Çünkü soyutlama yapamıyoruz. Farabi’nin dediği edilgin/edimsel akıl da tutuklu kalmışız. Bir üçüncü akıl olan Farabi’nin kazanılmış aklına ulaşamıyoruz. Sisteme bütünlüklü bakamadığımız için onun kölesi olup çıkıyoruz.

İnsani değerlerimiz teker teker yok oluyor.

Aşk, dostluk, dayanışma ve birlik duyguları paçavraya çevriliyor.

Köşe dönmecilik, rantçılık, kâr elde etme hırsı tüm değerlerin üstüne çıkıyor.

S.T.Ö.’lerinde engellinin engelliyle ilişkisi koparılıyor.

Engelli zaten toplumun içinde yok. Şimdi de, iddialara göre, T.S.D. İstanbul Şubesi’nin lokali kapatılıyor.

Sivil toplum örgütleri ticarethane değil

Oysa, sivil toplum örgütlerinin en başlıca görevi, engelli sorunlarını saptayıp çözüm üretmek, sonra da hükümetler üzerinde baskı grubu olmaktır. Engellilerin önündeki engelleri kaldırmak için akılcı politikalar üretmektir. Derneklerimiz ticarethane değildir. Eğer ortada bir ticari kazanç varsa, o örgütün şeyleştirilip metalaştırılması anlamına gelir. Bu da kabul edilecek bir durum değildir. Eğer derneğin maddi bakımdan ihtiyacı varsa, lokali kapatmak yerine bir başka çözüm bulunmalıdır.

Sivil toplum örgütlerinde yönetim kurulu ve dernek organları üyeleri kongrelerde seçimle işbaşına gelir. Seçilenlerin görevi engellilere hizmet etmektir. O zaman hizmet edeceksin sen de. Engellilere haksızlık etmeyeceksin.

Sivil toplum örgütleri bir fenerdir. Toplumun önünü açmakla ve haklarını korumakla yükümlüdürler.

Lokalime dokunma

Öyleyse lokalime dokunma!

O lokal tüm engellenenlerindir. Tüm engellilere kapısı sonuna dek açık olmalıdır.

Ey engelli! Sen de susma!

İddialar doğruysa, lokaline sahip çık!

Unutmayınız ki, bilinçleriniz özgürleştiğinde, sistemin dayatmalarına karşı dipdiri, dimdik durduğumuzda insani bir dünya oluşturabiliriz.

İnsana adanmış bir yaşamı hiç kimse kıramaz.

Yorum yapın