Sayıklamak

Bazen üç beş kelimeyi geçmeyen bir cümle günlerce tekrarlanır içinizde…
Bir şarkı sözü, bir yerden alıntı, bir atasözü hatta dışarıdan duyduğunuz tek bir kelime…
Bir seste olabilir bu, bir görüntü de…
Bir beklenti de olabilir…
Bu sakızı beyin günlerce çiğner, çalışırken, yürürken hatta sevişirken…
Üç beş kelimeyle ya da imgeyle yeniden yeniden düşünce kurarsınız…
O kelimeler içindeki her harfi siler, parlatır, yerlerini değiştirirsiniz…
Bazı kelimeleri atar, bazı harfler eklersiniz…
Bulduğunuz her anlama bakıp bakıp düşünür, acaba mı dersiniz?
Bulmacaya, çoğunlukla işkenceye dönüşür bu durum…

Günlerce sürer bu döngü…
Bunlar genellikle bir sonuç sözleri ya da görüntüleridir…
Ya duymuşsunuzdur bir yerden, ya da siz söylemiş bile olabilirsiniz onları eskiden…
Ulaşabilseniz sesin sahibine, ya da o ana soracağınız tek bir soru her şeyi açıklayacaktır size göre…
Ya da tekrar edebilseniz o anı…
Son söylediklerinize, ekleyeceğiniz bir iki kelime ile daha iyi anlatabilirdiniz duygularınızı…
Bunu bilirsiniz daha doğrusu öyle sanırsınız…
İşaret arar durursunuz…
Onu yanlış mı anladım?
Ne anlatmak istedi?
Vermek istediği asıl neydi?
Ne yapmalıyım?
Hareket etmenin zamanı geldi mi?
Temelli Kaybeder miyim Acaba?
Beni affetti mi acaba?
Hakkını helal etti mi giderken?
Beni anlayabildi mi tam anlatmak istediğim gibi?

Üç beş kelimeye takılı bu düşüncelerden hayatı anlamaya çalışırsanız eğer?
Bilin ki boşuna yaşadığınızı bilen bir düşünce vardır temelinde…
Üç beş kelimeyle aklamaya, anlamaya çalışmaktasınız işte hepsi bu…
Anlamlarınızı, sevgilerinizi düşüncelerinizi anlatamamışsınızdır…
Kimseyi de anlamamışsınızdır…
Ne sevmişsiniz, ne de sevildiğinize inanmışsınızdır kendini kaybetmecesine…
Bulmaca gibi yaşamışsınız ve hala devam ettirmektesiniz…

Ben seninle her şeyimi paylaşıyorum, sende benimle her şeyini paylaş diyorsun anladığım kadarıyla;
-Paylaşıyorum sandığın, istediğin, hatta zorladığın şeyleri hiç istemedim ki senden…
Onların hepsi alınmış şeyler…
Hatta onlarla olunca olmasını beklediğin duyguların ve sevmelerin bile…
Ezberlenmiş şeyler…
Senden olan bir şey değil ki onlar…
Koltuğumda, steril bir yaşam istemedim ki ben hiç, önüme konsun beklediklerim…
Hep sokaklar çekici geldi bana…
Sokak dediğimin ne olduğunu en iyi sen biliyorsun;
İmbikten geçirilmiş kendi zevklerimiz…
Mutlu olduğumuz kendi yanımız…
Islanmak, üşümek, ağız dolusu sövebilmek…
Kavga edebilmek, sevdalanıvermek, kendini azgın nehrin akışına bırakıvermek…
Mutlu olacağımızı sandığın sanrıların peşinde koşuşturmaların bitirdi bizi…
Sokaklarsa sana, düşman…
Benimle her şeyini paylaş diye, her şeyimi paylaştım denir mi hiç?

Sana ömrümü verdim, sende bana ömrünü ver diyorsun;
Ömür dediğin şeylerini hiç istemedim ki…
Onlar oradan buradan toplanmış şeyler…
Onları alsam bile elinden, en yakın çöp sepetine atacağımı sende biliyorsun…
Ömür diye verdiklerini elimde taşımaya utanırım ben…
Benim ömür dediklerimi sevmeyi bırak, ne olduklarının farkına bile varmadın.
Bak şimdi de maliyet hesaplarına başladın:
Ben şu kadar verdim ömrümden, sen şu kadar veriyorsun,
Verdiğimin karşılığı bu değil ki diyorsun…
Oysa üretim durdu bizde…
Ortak bir şey üretmek, kendini üretmek, tu kaka oldu ikimizin arasında…
Üretebilseydik ortak bir şeyler o bizi bağlardı birbirimize…
Oysa herkes gibi avcı olduk biz; Üretilmişlerin avcısı…
İnsana ait olan üretilmiş şeyler peşine düştün özellikle sen…
Bunun adına; Tüketicilik diyorlar…
Aralarındaki tek fark ne kadar tükettikleri…
Ortak yanları ise birbirlerini de tüketmek…
Bana ömrünü ver, sana verdiğim ömür karşılığı denir mi?

Sen tanıdığım kişi değilsin, değiştin diyorsun;
İnsanın doğası, kaderi değişim!
Ancak lanet olası değişkenler, hep olumsuza mı gider?
Değişim oysa düğünü bayramı olamaz mı insanın?
Ben değişmedim, sende değişme denir mi?

Bak gayet iyi biliyorum;
Bu yazdıklarımın aynısını sende bana söyleyebilirsin…
Söylediğin an ben sen, sende ben oluruz…
Hatta sen ben olur, ben de karşında;
Kardeşin, anan-baban, sevgilin, evladın, hocan, öğrencin oluruz.
Ben senin için yaşadım, sende benim için yaşa denir mi hiç?

Yorum yapın