SARI ÇİZMELER: LEYLA CİVİL’DE İNSAN GERÇEĞİ

Beni yazmaya yönlendiren Cengiz Gündoğdu Hocam derdi ki: ” İnsan burnunun ucundaki cevheri göremez.” Bence de çok haklıydı. Belki de çevremizdeki değerleri anlamak için onlara uzaktan bakmak gerek.

Nerden mi aklıma geldi şimdi bu? Leyla Civil’in Sarı Çizmeler(1) öykü kitabını okuyorum. Kimi öyküleri beni çok etkiledi. Ben insandan umudu kesmeyen yazarları çok seviyorum. O öyküleri okuyunca içimde pırıl pırıl güneşler açıyor. Kendimi şanslı sayıyorum. Çünkü çevremde öyle güzel şiir, öykü ya da roman yazan arkadaşım var ki…

Onlardan biri de Leyla Civil. Yazar kapitalizmin ağır yükü altında ezilen insanlara çeviriyor yüzünü… Sömürülen, emeğiyle geçinen, çok zor koşullar altında yaşayıp da acı çekenleri nakış nakış işliyor öykülerinde. Civil, sıradan insanların yaşamlarından kesitler sunarken yaşamın  gerçeklikleriyle yüz yüze getiriyor okuru. Yüreğinize dokunan o gerçekliğin çırılçıplak teni oluyor.

Bu yüzden mi bilmem, Sarı Çizmeleri okurken yüreğimden taştı nehirler? Taştı taştı, sel olup  denizlere aktı ruhum… Bir de geçmişe takıldı kaldı belleğim… Soma maden kazasında ölen madencilerimizin yürek burak görüntüleri teker teker aklıma geldi…

İşte Civil’in öykülerinde de kimi kez maden kazasında çocuğunu kaybeden bir babanın dramına tanıklık ediyorsunuz kimi kez ise göçük altında zamanın durmasına… Sahi, insan kaç kere ölür? Evladının kokusunu duymak isteyip de duyumsayamadığınızda mı? Yoksa ıtırlı bir bahçe olan sevgilinizin koynunda yatmak yerine sevmediğiniz birine sarılamadığınızda mı? Ya da kekik kokulu köyünüze ölünüzü götüremediğinizde mi? Sahi,insan kaç kere ölür? Anılarınızı bile terk etmek zorunda kaldığınızda mı? Civil’in öykülerini okurken tüm bunları yeniden sorguluyorsunuz.

Kapitalizmle birlikte insan paranın egemenliğine girmiş, zengin olma ve rahat yaşama hırsı insani değerlerin içinin boşalmasına yol açmış, insan daha fazla kâr elde etmek için insanlığından vazgeçmiştir. Birey, insanı insanlıktan çıkaran bu sistemde sürgün hayatı mı yaşayacaktır? Yoksa o kapıları yıkıp geçecek midir? İşte Civil’in öykülerinde bu sömürü düzenine karşı mücadele veren, yılgınlığa kapılmayan sıradan insanları görürüz. Onlar sistemin dayatmaları karşısında onurlu bir biçimde dimdik ayakta dururlar. Hiçbir insani duygudan ödün vermezler. Aşkları da, sevgileri de ışıl ışıl parlar. Sizin de o parlaklık karşısında adeta gözleriniz kör olur.

Örneğin, Umut adlı öyküde insanın en güzel edimi olan sevgi öyle güzel anlatılır ki, o yaşama verilen anlamdır hem de. Bu da elmalı/tarçınlı kek nesnesiyle okura yansıtılır. Öyküdeki karakterimizin eşi kaza geçirir, komaya girer, ama sevdiğine karşı duyduğu sevgiyi asla yitirmez. Çünkü sevgi varoluşun kendisidir. İşte bunu yüreğinizde duyumsadığınızda umudun/yaşamın sesini tüm hücrelerinizde duyarsınız. Bence insanın yaşam karşısında en büyük silahı sevgidir. Öyle ki insanı her zorluk karşısında dirençli kılar. Tıpkı bu öyküde olduğu gibi.

Kitapta on altı öykü var. Yazar, Suriye’deki savaş yüzünden ülkesini terk etmek zorunda kalan mültecilerin iç dünyasına ışıldağını tutuyor kimi kez. Ya da Güneydoğu’da devletin baskısı yüzünden evini, barkını, tarlasını bırakan köylülerin çaresizliğine tanıklık ediyorsunuz. Kimi kez ise tutuklanıp işkence gören bir sendikacının iç dünyasındaki çatışkıları okuyorsunuz.

Son derece akıcı ve sade dille yazılan öykülerinde umut hep var. Örneğin, “Bizi Bize Kırdırıyorlar” öyküsünde umut, üstünden dumanı çıkan mis gibi çayda simgeleşir. Ya da aynı öyküde Engin’in sohbet yaptığı garsondadır umut. Garson bu bozuk düzeni sorgulayan, sorguladıkça cahillikten kurtulan, bilinci değişen insanın simgesidir. Umut insandadır.

Yazar, Denizkestanesi adlı öyküye şöyle başlar. “ Düş kırıklıklarından oluşan kocaman bir denizim var benim. İçine daldığımda yüzeye çıkabilmek için epeyce çabalamamı gerektirecek kadar derin. Geriye baktığımda gerçekleştirmiş olduğum düşlerimi görmeyi ne çok isterdim. Hiç değilse anlayabildiğim, anlamladırabildiğim, yaşanmışlıklar görmeyi. Yaptığımız hiçbir şeyin amacı yokmuş. Hep kavgalı hep çatışarak, hep arzulu sevişerek, düşünmeden, sorgulamadan çarçur etmişiz günleri.

Sahi sizce niye bambaşka yaşanmışlıklara yelken açamıyoruz? Niçin başka bir “biz” olamıyoruz? Eğer bu ve benzeri soruların yanıtlarını merak ediyorsanız Sarı Çizmeleri okuyun.

Leyla Civil kapitalizmin parçaladığı yaşamlara ışıldağını tutuyor… Öyle bir nokta yakalıyor ki, orada yalnızca gerçek var. Diyalektik bir yöntemle yazdığı öykülerini okuduğunuzda  sizler de kendinizden bir parça bulacaksınız…

Sonra da yüzünüzü güneşe dönüp belki de kendi kendinize şöyle diyeceksiniz… İnsanın iki yüzü vardır… Birisi karanlık… Öteki aydınlık… İşte kitabın kapağını kapattığınızda aydınlık bir yüz size gelip merhaba diyecek… Adı İNSAN

Dipnotlar:

1) Leyla Civil, Sarı Çizmeler, İnsancıl Yayınları, İstanbul, 2016.

Yorum yapın