Sahip olmak mı, ulaşmak mı?

Ulaşmak, ulaşabilmek, bir şeyi bilmenin, anlamanın ötesi bence… Ulaşmak, birlikte olduğun bir şeyin, (bir kişi de olabilir), işleyişini, anlayışını bilmek, o şeyin sınırlarını anlamaktır aynı zamanda… Sonra da o şeyin sınırlarını geliştirmek, değişim ve dönüşüm doğal bir sonuç olacaktır zaten… İnsan kendi sınırlarına ulaşınca, bir şeyin sınırlarına ulaşınca yetinmez… Doğasına ters bu, kendini geliştirmek zorundadır… Daha ötesini öğrenmek zorundadır… Değişmek, geliştirmek zorundadır… İnsanın, insan olma güzelliği budur… İnsan bir şeye ulaştığında, daha ötesini ister… Bunun için ulaştığı şeyi değiştirir ve geliştirir…

Ancak insan önce kendine ulaşabilmeli… Bedenine ulaşabilmeli… Bu bedenle neler yapılabilir, bedeni mutlu kılmanın yolları nelerdir? Bedenin bir eksiğiyle, acısıyla yıkılan ruhlar, onun her şekilde neler yapabileceğini, tam olarak bilemez ki… Sonra insan kendi ruhuna ulaşabilmeli… Kendi ruhunda, kendine ait olmayanları ayıklayabilmeli… Ruhundaki yaban otlarını, kendisine dayatılan şartlanmaları temizleyebilmeli… O şartlanmaların adının ne olduğunun önemi yok… O ruh denilen tinsel ben’i üreten beyin o kadar az kapasite ile çalışan bir organ ki… Ruhlardaki açlık bundandır bence…

Çağımızın hastalığı olan tüketimde ters çalışır bu işleyiş; İnsan sahip olur… Sahip olduğu hiç bir şeye ulaşamaz… Sıkılır, sahip olduğu şeyleri değiştirir… Tek değişmeyen kendisi kalır… Değişmemeyi bir etik değer olarak algılar… Kendisinden de sıkılır… Sahip olmak, sahip olduğun şeye ulaşmak mıdır? Ulaşamadığı binlerce bilgiyi kafasına dolduruyorlar zaten insanın… Ulaşamadığı binlerce insanla çevrelenmiş ayrıca… Ulaşamadığı yüzlerce nesneyle, asla ulaşamadığı binlerce bilgi ve asla ulaşamayacağı binlerce insan arasında çaresizdir insan… Bunalmıştır…

Sahip olmak insanın baş edemediği bir tutkusudur… Güzel gördüğü, sevdiği, beğendiği bir şeye sahip oluvermek ister insan… Çocukça bir tutku değildir bu… İnsanın en derinlerinden gelir… Hele sahip olunan şey nadir bulunan bir nesne ise; İnsanoğlu o tutkunun zirvelerine çıkar… Bu sahip olmak tutkusunun altında yatan gerçek, insanın kendisinin boşluğudur… İnsan kendi içinde yaşadığı boşluğu ve anlamsızlığı, sahip olarak aşacağına inanır… Öyle öğretilmiştir ona…

Sahip olunan şeydeki özellikleri kendisine kattığını sanır insan… Güzelse o da güzel olmuştur… Güçlüyse o şey, kendisi de daha güçlü olmuştur… Sahip olunan şeydeki bütün özellikleri kendisine aktardığını sanır… Oysa ulaşamadığı nesneler de insanlığın sıkıntılarından birisidir… Ulaşamadığı yüzlerce nesne de bir süre sonra ona nefes aldırmayacaktır… Çevremizde olan nesnelerin çokluğu bize bir şey katmaz… Onlara sahip olmak kişiyi zengin kılmaz… Kişiye ne lazımsa ona sahip olmalı, ancak ona da tam olarak ulaşabilmeli… Yüzlerce programlı çamaşır makinelerinin kaç programı kullanılıyor acaba evlerde? Ya da önümüzdeki PC’lerin yüzde kaçı kullanılıyor? Demem o ki; Gerekli olduğunda, elinizdeki yetmediğinde o alet size yalvaracak beni geliştir ya da değiştir diye zaten…

Ulaşılmayacak insan yoktur aslında… Ancak ulaşılmaya kendini kapatmış insan vardır… Çünkü herkes insan olmaktan korkmakta… İnsan yanını gösterirse kullanılmaktan korkmakta… İletişim için seçilecek yolda onun içindeki zaafları aranıyor… Siz siz olun çocuğu arayın karşınızdakinde ve ondaki güzellikleri… Bakın her insanda olan bu iki unsur sizi herkese ulaştırır… Bir şiiri bir gecede okuyun mesela… Onu yazan insandaki duyguya ulaşabilin… O şiirdeki ruha ulaşabilin… Sevdiğinize ulaşın… Onun ruhuna ulaşın… Ona sahip olmak kadar anlamsız bir şey yoktur… Egemen olmak insanı mutsuz eder… Çünkü hayatını o egemenliği korumak için harcarsın… Ulaşmak ise aklın hayalin alamayacağı bir güzellik getirir… Ulaştığınız bir ruh size sizin isteklerinizin de ötesinde, mutluluklar yaşatır… Bütünleşirsiniz…

Herkese ulaşmak zorunda değilsiniz… Sizi engelleyen, kapı önünde oyalayan, insanlarla zaman harcamayın… Çok tehlikelidir bu durum… Sizi yaşamdan soğutur… Bezdirir, kendinizi sorgulamaya başlarsınız… Oysa zaman vermek lazım onlara… Onlar ulaşmak zorunda kalmalı diğer insanlara… Onlar kendilerine ulaşılmasına da izin vermiyor… Korkuyorlar diyelim… Ulaşılmaz olmak istiyorlar aksine… Ulaşılmaz olanlara sadece kendileri sahip olmak istiyorlar… Ulaşılmazlığı kutsuyorlar… Ve yalnızlar…

Bunları size bir öğretmen olarak, bir yeni ideoloji olarak anlatmadım ben… Haddim değil…
Birileri bana anlattı… Bende paylaştım…

Yorum yapın