ÖYKÜ TANIĞIMDIR ARTIK

Öykü, insanlık denizinde yüzen bir gemi… Kimi kez,  kendiyle yüzleşmeyen, kendi hatalarını görmezden gelip o hataları meşrulaştırıp başkalarını yargılayanların limanına uğrar…  Bulaşıcıdır önyargı… Bulaşıcıdır iyiyi kötüyü ayrıştırmadan çerden çöpten bilgilerle bir tencereye kapak uydurmak…  Kolaydır bağnazlık… Kolaydır kendi ayıbını örterek başkasına kara çalmak… Veba gibidir bilip bilmeden türlü yakıştırmalarla bir insanı suçlamak…
Bu limanda kendi soysuzluğunu görmeyecek kadar “kör” , kendi densizliğini bilmeyecek kadar “düşünce engelli”,  kendi iç mahkemesinin sesini duymayacak kadar “sağır”lar vardır. Yürekleri  mürekkep gibi kopkoyu karanlık… Bakışları yırtıcı hayvanlar gibi kemirgen… İkiyüzlülüğün tapınağında yalnızca kendi çıkarına boyun eğen bir maskaralar…  Masum birine kendi pisliğini örtmek için ruh hastası ya da akıl hastası diyecek kadar zavallılar…

Öykü, insanlık denizinde yüzen bir gemi…  Kimi kez, kinle, kıskançlıkla, dedikoduyla birbirini ezerek geçmek isteyenlerin kıyısına uğrar…  O kıyıda birbirinin yüzlerine gülüp arkasından diş gıcırdatan, ne kadar para kazansa da ruhu doymayan, ne kadar unvan alsa da o kadar kudurgan olan, nesneye kul köle olan, sahtelikle vals yapan, kargaşa yaratarak bozgunculuk yaratan, benliğini şişirerek baykuş gibi öten, kendi yaşam anlayışını başkasına dayatarak ötekini yok sayan, oymalı saraylarında fiziksel olanı göklere çıkartan, bireysel bilinçte yaşayıp güdülerine göre yaşamayı mutluluk sayan, kendi kalıplarını  putlaştırarak diğerini dışlayan, kendi niteliklerini övüp zevzekliğiyle gülünç olan, yalnızca kazanmak için tüm etik ve insani değerleri  bir kenara bırakan insanlarla karşılaşırız.

Öyküde anlatılan insanlar ve nesneler canlanıverir gözümüzde…  Hepsi bir o kadar devingen… Hepsi bir o kadar kanlı ve canlı… Öykü, gerçekliğin üzerindeki kara çarşafı çeker, atar.  O anda, dünyayla, kendimizle yüzleşiriz.  Hani, bu dünyayı tüm çıplaklığıyla yansıtmak, bu dünyayı uzaktan izleyeyim diye değildir. Ya da tüm dünyadaki çirkinlikleri görüp de o dünyadan uzaklaşmak hiç değildir. Bu dünyanın nesnel olarak yansıtılması, her türlü “değer” yitiminin betimlenmesi, insanın kendine ve dünyaya yabancılaşması ya da haksızlıkların gösterilmesi insanın özgürleşmesi içindir.
Ne yazık ki, bugün engelliler, kendi özgür iradelerine göre değil, başkalarının istekleri ve buyrukları doğrultusunda yaşayan prangalı kölelerdir. Yeti yitimine yüklenen olumsuz anlam,  toplumun bu kümeye giren insanlara olumsuz bakış açısı, ekonomik, sosyal, hukuksal eşitsizlikler ve yaşam koşullarının onlara göre düzenlenmemesi asıl zincirlerimizdir…

Birinci engelliler konulu öykü etkinliğinde engelliler dünyasını canlandıran,  her türlü ayrımcılığı ele alarak somut gerçekliği, yabancılaşmayı okura sunan ve insani değerin oluşturulması ve kabul edilmesi için çağrıda bulunan çok sayıda öykü yazarını gördüğümde, duyusal ve akılsal bir sevinç kapladı içimi…
Bu içimdeki sevinç dalgalanmalarının anlamı neydi peki? Birincisi, özellikle gençlerin öykü yazması ve bunu bir erek olarak görmeleri çok hoşuma gitti. İkincisi, imgelemlerindeki güçlü anlatım nesnenin edilgenliğini kırıyor ve insanın akıl ve düşlem gücüyle birleşiyor hem okuru hem de yazarı özgürlüğe taşıyordu. Böylece, tüm dünyayı  ve insanlığı yakalama anlamında, yeryüzüyle birlikte “beni” çoğaltıyordu.  Fırsat eşitliği verilmeyenler, dışlanıp yok sayılanlar tanıksız değildi artık… Çünkü, “sağlam” “sakat” diye kıyas edilen bizleriz… Çünkü, kendi yazgısına kendisi karar veremeyen bizleriz. Çünkü, toplumsal katılım ve medeni haklar açısından yok sayılan bizleriz. Öykülerimizle, sevdamızla, hüznümüzle, sevincimizle, ötekileştirilmemizle  ve acılarımızla… Biz “hiç” değildik… Öykü tanığımdır artık…
Binlerce yıldır ölü gibi duran şu yıldız değil miydik biz? Ya da şu taçlarla bezenen bir sevinin niye parçası olamadık? Şu masmavi gökyüzüyle, şu engin denizle, şu bereketli toprakla  neden bir birlik kuramadık? Toplumsal engeller ele geçirdi varlığımızı… Oysa biz hep buradaydık…

Bir gemi uğradı limanımıza… Kocaman bedenindeki kanallarından billur ışıklar saçıyordu…  Gözbebeklerinde her çeşit insan kaynıyordu… Yaşama kayıtsız değildi… Ötelenenlerin olduğu bir dünyayı ayaklarıyla çiğneyerek insanlık denizinde yol alıyordu. Öykü tanığımdır artık…

Yorum yapın