ENGELLİLERİN TARİHİ (I)

Tarih öncesi dönemde engellilerin konumu

Eski çağlardan bu yana engellilere hep kötü gözle bakılmış der, dururuz. Peki gerçekten öyle mi? Tarih öncesindeki insana haksızlık yapmamak adına okudum, araştırdım engellilerin konumunu. Her ne kadar “ işe yaramaz” olarak çıkmışsa da adımız, kim yadsıyabilir bugün de o gün de engellilerin toplumsal yaşamın bir parçası olduğunu.

Sakatlık Çalışmaları’nda sakatların kuramsal tarihini okudum. Bu bilgilere göre, tarih öncesi dönemde sakatlık olgusunu ilk primat kümelerde görüyoruz. Primatlar, kimi kez yiyecek bulmak için bir ağacın tepesine çıkarlar, kimi kez ormanın derinliklerine dalarlar, kimi kez ayak basılmadık yerlerde dolaşırlar.

Yan yana dizili asırlık ağaçların arasında yiyecek ararken düşmek de vardır işin ucunda… Kuytuluk yerlerde yırtıcı hayvanlarla burun buruna gelmek de… Durum böyleyken biri ağaçtan düşer, kolu bacağı kırılır, öteki vahşi hayvanlarla karşılaşır. Sonuçta yiyecek bulmak isterlerken çeşitli nedenlerle yaralanır ve sakat kalırlar.

Sakat kalmaları yaşamlarını sürdürmelerine engel oluyor muydu dersiniz? Sakat primatların sakatlıkları yiyecek bulmalarına engel oluşturmuyorsa, kendi yaşamlarını kendileri idame ettirirler. Aksi söz konusu olduğunda ise sakatlık topluluk içinde dayanışmayla aşılır. Ne kadar ilginç değil mi? Dayanışma ruhu primatların toplumla uyum içinde yaşamalarını kolaylaştırıyormuş.

Ben sevdim bu primatları. Ne güzel bir ortak yaşam… Ne güzel bir birlik…

Ne yazık ki, günümüzün uygar insanı o koskocaman birliği yakalamaktan çok uzak… İnsana insan olarak bakmayan, yeti eksikliği olanları bir süprüntü olarak gören bir toplumun can damarları kurur… Böyle bir toplum modelinde ne özgürlük duygusu gelişir ne de uygar dediğimiz uluslar seviyesine ulaşılır…

Sakatlık Çalışmaları’nda eski çağlarda sakatların sakatlıklarına uyum sağladığı da belirtilmektedir. Örneğin, başından ve kolundan yaralanan bir Neandertal erkeği nesneleri tutmak için dişlerini kullanır.Tüm bunlar, bizlere engellilerin varlığının insanlık tarihi kadar eski olduğunu göstermektedir.

Antik Yunan ve Roma’da engellilerin konumu

Antik Yunan’da da birbirleriyle savaşan site devletleri yüzünden ya binlerce insan ölür ya da sakat kalır. Atina’da savaş meydanlarında sakatlanan askerlere maaş bağlanır. Ancak askerler bu maaşı almak için sakatlıklarını ve yoksulluk içinde yaşadıklarını kanıtlamak zorundadırlar. Savaşta yaralanıp çalışabilecek durumda olanlar ise, sakatlıklarının niteliğine göre çeşitli meslek kümelerinde çalışırlar.

Bunun yanı sıra bu dönemde insanlar, hastalık, ağır bedensel işler, beslenme yetersizlikleri sonucu sakat kalırlar. Genetik olarak bir bebek sakat doğmuşsa, ana-babanın tanrıları öfkelendirdiğine inanılır. Bu bebekler öldürülerek tanrılara kurban edilir. Böyle davranmalarının nedeni ise tanrıları yatıştırdıklarını düşünmeleridir. Bu okuduklarım bir sakatlık kuramı olan ahlaki modeli aklıma getirdi. Bildiğimiz gibi ahlaki modelde sakatlığın kişiye tanrıca verilen bir ceza olduğuna inanılmaktaydı. Birdenbire çocukluğum beliriverdi gözlerimin önünde… Anneme, “ Allah! Senin cezanı vermiş” diyen bir ses yankılanıyordu kulaklarımda…

Atalarımızdan devraldığımız düşüncelerin geçmişten bu güne kadar değişmeden sürüp gelmesi çok tuhaf! Yeti yitimi olanları insan saymamak, geçmişin kalıntıları içinde yaşamak insanlığın bir çıkmazı olsa gerek!

21.yüzyıldan yeniden Antikçağ’a dönecek olursak, sakatlıkla ilgili yorumların farklılık gösterdiğini görüyoruz. Sparta’da hukuken sakat doğan çocuklar öldürülürken Antik Yunan ve Roma’da bu tür çocuklar, çocuk sayısının fazla olması durumunda ekonomik nedenlerle ölüme gönderilirler. Ancak kimi tarihçiler Atinalıların bu tür çocukları yetiştirme yanlısı olduklarına ilişkin kanıtlar olduğu söylerler.

Sakatlığın Kuramsal Tarihi’nde M.L. Edwards, Yunanlıların sakat doğan çocuklara tamamen olumsuz bakmadıklarını iddia eder. Bu bakış açısının 19. yüzyılda kimi tarihçilerce çarpıtıldığını söyledikten sonra şöyle der: “Bu çelişkili kayıtlardan ötürü, sakatlıkları olan çocukların doğumdan hemen sonra öldürülmelerinin ne derece yaygın bir uygulama olduğunu belirlemek güçtür. Kalıtsal sakatlıkları olan insanların, geniş şekilde tarif edildiğinde, toplumda var oldukları, dolayısıyla sakatlıkları olan bebeklerin hepsinin ölüme gönderilmediği açıktır.”(Bezmez, Yardımcı, Şentürk, 2011, s.107)

Tarihte Edwards’ın tezini doğrulayan örnekler de var. Örneğin, M.Ö. 10. yüzyılda yaşamış olan Claudius’un sakat olmasına karşın Roma imparatoru seçildiğini görüyoruz. Hatta kimi tarihçiler, dizleri ve elleri zayıf olan bu adamın sesinin yeryüzündeki hiçbir hayvana benzemediğini söylemektedirler. Kimileri Claudius’un rahatsızlığının çocuk felci olduğunu ileri sürerken kimisi de serebral inmesi olabileceğini belirtmektedirler.

Demek ki hiç de bizlere denildiği gibi o dönemde sakatların hepsi öldürülmüyormuş. Hatta Claudius’un iktidara gelmesine engel konulmamış. İnsanın bedenindeki bir eksiklikten dolayı engellenmemesi, bilinciyle ne olacağını kendisinin seçmesi çok hoş bir duygu olmalı! Bugün bu anlayış bizlere çok uzak! Rousseau’nun dediği gibi, “bilimlerimiz ya da sanatlarımız geliştikçe ruhlarımız bozuluyor mu” ne?

Yeniden Antikçağ’a dönecek olursak, bu dönemin filozoflarından biri olan Platon’un “Devlet” kitabında sakatların konumuna ilişkin diyaloglara rastlıyoruz. Platon bu kitapta doğru ve adaletli bir yönetimin nasıl olması gerektiğini açıklar. Böyle bir toplumun oluşturulması için ruhsal ve bedensel sağlığı yerinde olanların evlenmesi gerektiği vurgular. Engellilerin evlenmesini yasaklar. Bu arada engelli çocuklar, kimsenin bilmediği bir yerde gizli olarak tutulacaklardır. (Platon, 2002,s.188) Platon’un sakat çocukları ölüme terk etme taraflısı olup olmadığı tartışma konusu olsa da, genel kanı bu düşünceyi benimsediği yönündedir.

Görüldüğü üzere sakatlık toplumdan topluma ve dönemlerine göre farklılık göstermektedir. “Sakatlarla ilgili hükümleri içeren ilk yasa Roma Hukuk Sistemi’nde yer alır. Roma Hukuku’nda akıl hastasının fiili ve muamele ehliyeti olmadığı ilkesi geçerli kılınmıştır.” (Demircioğlu, 2010, s. 62) “Roma hukuku ilk başlarda esasen sakat kişilerin mülkiyet hakkını koruyordu.

Erken Roma döneminde zihinsel geriliği olduğu saptanan kişilere işlerini idare etmelerine yardımcı olacak muhafızlar verilirdi. Konuşma yetisi olan sağırlara evlilik ve mülk sahipliği gibi yasal yükümlülüklerden yararlanma hakkı tanınmıştı. Konuşma yetisi olmayan sağırlar ise zihinsel yeti kaybı olan insanlarla, akıl hastalarıyla ve bebeklerle aynı sınıfa dahil ediliyor ve hukuki fiilde bulunamıyorlardı. Roma İmparatorluğu’nda kısa boylu ya da zihinsel yeti kaybı olan köleler genellikle zenginler tarafından eğlence amacıyla kullanılıyordu. Bu tür bireyleri “ikame etmek” iyi talih getirir diye düşünülüyordu.” (Bezmez, Yardımcı, Şentürk, 2011, s.108)

Kaynakça:

1) Bezmez D., Yardımcı S., Şentürk Y., 2011, Sakatlık Çalışmaları, İstanbul, Koç Üniversitesi Yayınları.
2) Platon, 1998, Philebos, Çev. S.E. Siyavuşgil, İstanbul, Cumhuriyet Yayınları.
3) Demircioğlu M., 2010, Sakat Emeği, İstanbul, Kibele Yayınları

Yorum yapın