Zeki Demirkubuz’un “Bulantı” Filmi Üzerine

İnsanın doğuştan getirdiği bir özü var mı? Yoksa insan varoluşunu kendisi mi oluşturur? İnsanın varlığını belirleyen hiçlik mi?

Gecenin bir yarısında oturmuş, bunları düşünüyorum. Beni bunları sorgulamaya iten ise Zeki Demirkubuz’un “Bulantı” filmi.

Öyleyse biraz filmden söz etmeliyim. Ahmet üniversitede edebiyat dersleri veren bir öğretim görevlisidir. Evlidir, bir oğlu vardır. Filmin başında, karısıyla tartışmalarından evliliklerinde problem olduğunu anlarız. O gün karısı çocuğunu alır, evden ayrılır. Bu arada Ahmet soluğu sevgilisinin yanında alır. Sevgilisiyle birlikte olduğu sırada karısı ve oğlu kaza geçirir, her ikisi de ölür.

Nihilizim mi yoksa kapitalizm mi çürütür insanı?

Karısı ve oğlunu kaybeden Ahmet, yaşamına hiçbir şey olmamış gibi devam eder. Kişilik olarak son derece soğuk, umarsız, gamsız birisidir. Kadınlara düşkündür. Ama bu düşkünlüğü yalnızca cinsel anlamdadır. Sevmeyi ve sorumluluk almayı bilmez. Öylesine şehvet düşkünüdür ki, öpüşme sahnelerinde bu apaçık olarak gösterilir.

Filmde Ahmet’i kimileyin kitap ya da gazetelerin kitap eklerini okurken görürüz. Bilgi ve birikimin taşıyıcısı olması gereken Ahmet, son derece apolitiktir. Ülke sorunlarından soyutlanmış gibi yaşar. Yemek, içmek, işe gidip gelmek, sevişmek dışında yaptığı bir şey yoktur. Üstelik tembeldir. Günlük işlerini “kapıcı Neriman” üstlenir. En tepelere tırmanmış bir öğretim görevlisi, bir boş vermişlik içinde yaşar. Peki bunun nedeni nedir? İşte bunu göstermiyor Demirkubuz.

Demirkubuz’un varoluşçu edebiyattan etkilendiğini biliyoruz. Ancak bu felsefeden etkilenmesi, bir karakteri yaratırken neden-sonuç ilişkisini göz ardı etmeyi gerektirmez. Ahmet nihilizmi benimsediği için mi dünyaya bu kadar duyarsızdır? Yoksa kapitalizm ve araçları mı insanın kendisine/topluma yabancılaşmasına yol açar? Tüm bu soruların yanıtlarını bulamıyoruz filmde.

Küçük burjuvanın temsil edilmesi

Ahmet’in kişiliğinde küçük burjuva “aydın” karakterinin tipiğini bulabiliyor muyuz? Bence hayır. Ahmet karakterine “aydın” demek, geleceği oluşturmak için bilginin peşinden koşan, teoriyi pratiğe dökmeye çalışan gerçek aydınlara haksızlık olur. Evet, toplumdan kopuk yaşayan, yalnızlığı tercih eden, aklı-fikri cinsellikte olan, iç enerjisi olmayan küçük burjuvalar var. Ama bunları aydın diye nitelemek bu kavramın içini boşaltmak olur. Ahmet olsa olsa yorgun, içi geçmiş küçük burjuva kişisinin temsil edilmesidir. Çünkü aydın toplumun önünde olan, ona yol gösteren, karanlıkla mücadele eden kişidir.

Küçük burjuva ahlakının ikiyüzlülüğü

Yeniden filme dönmek istiyorum. Sevgilisinden ayrılan Ahmet bir öğrencisiyle yatar. Üstelik öğrencisinin erkek arkadaşı da vardır. Filmde Ahmet’in kadınlara düşkün olduğu gösterilse de, bazı ahlaksal olguları niçin reddettiğinin yanıtlarını bulamıyoruz. Ahmet nihilist olduğu için mi böyle davranır? Yoksa akıl ve iradesini bir kenara itip içgüdülerine göre yaşadığı için mi? Tüm bunlar filmde belirsizdir.

Demirkubuz Ahmet karakteri üzerinden küçük burjuva ahlakının ikiyüzlülüğünü her karede yüzümüze vurur. Ancak filmindeki nedensellikler net olmadığından önümüzü göremiyoruz. İnsandaki parçalanmışlık duygusu, olay örgüsünün klasik biçimde gelişmemesiyle verilir. Ama o parçalanmaya neden olan olguları adeta yok saymış Demirkubuz.

Karanlığa/aydınlığa yelken açmak

Filmde kapı, pencere, mum, gölge figürü metafor olarak kullanılmış. Kapı ve pencere somut olarak kendisidir. Aynı zamanda karanlığa/aydınlığa yelken açmaktır. Bunun seçimini kişiye bırakır Demirkubuz. Burada özgürlüğü olumlar ve onu çarpıcı duruma getirir.

Bunun yanısıra, karanlığın içinde yok olup gitmektense, o karanlığa bir mum yakmayı mutluluğun yolu olarak gösterir. Ahmet’in elini mumun üzerine tutması, duvara yansıyan kocaman gölgesi izleyenlere şu mesajı verir: “Mum olmak kolay değildir. Işık yaymak için önce yanmak gerekir.” Gölge ise karakterin üstündeki yüklerin simgesi olarak karşımıza çıkar. Kibir, maskeli olmak, sevgisizlik v.b. durumları üzerimizden atmamız gerektiğinin altını çizer Demirkubuz.

İyinin çekiciliği

Ahmet çevresindeki kadınlarla yapay ilişkiler kurar. Bu kadınlardan biri de kendisinden alt konumdaki kapıcı, topal Neriman’dır. Bana göre filmdeki en temiz karakterlerden biridir Neriman. Kocası ölen bu kadın, iki çocuğuna kapıcılık, temizlik işleri yaparak bakar. Neriman yüreğindeki iyiliği kaybetmemiş, görevlerini harfi harfine hatta daha fazlasıyla yapan bir kadındır. Bu kadındaki iyinin çekiciği Ahmet’in etkiler. Hani, Ahmet de o kadar kirli bir karakter değildir. Ölen karısı tembihlediğinden mi yoksa içindeki merhametten mi bilinmez Neriman’ın ailesine maddi açıdan destek olur. Bu da insan iyiliğin ve kötülüğün bileşkesidir yargısını haklı çıkartır.

Klasik engelli prototipi yıkılıyor

Filmde en çok dikkatimi çeken ise, şimdiye kadar çoğunlukla “aciz, muhtaç, zavallı” olarak sunulan engelli prototipinin yerine olumlu bir örneğin gösterilmesidir. Sinema farklı olana odaklanırken, sırf o kişinin engelini göstermemeli. Ya da o kümenin yalnızca kötü yanlarını konu edinmemeli.

Demirkubuz, bu filmde Neriman’in engelini gözümüze sokmadan onun karakterine odaklanır. Aslında Ahmet’in özlediği kadın onun gibi bir kadındır. Neriman karakterindeki sevgi anlayışı çıkar üzerine kurulu değildir çünkü. O almak için vermez. Vermenin mutluluk olduğunu bildiği için verir. Bu anlayış Ahmet’i etkiler. Bir gece onun kapısı çalar, dizlerinin önünde diz çöker, hıçkıra hıçkıra ağlar.

Filmin sonlarına doğru, topal ayağıyla dolambaçlı merdivenleri teker teker inen Neriman’ın elinde mum vardır. Bu mum aşağıdan yukarı tüm merdivenleri aydınlatır. Umut Neriman’ın kişiliğindeki iyilik ve sevgi anlayışındadır.

Demirkubuz’un bir engelli karaktere, böyle olumlu bir anlam yüklemesi onlarla ilgili tüm sabitleştirici ve değişmez anlayışları yıkıp geçer. Bunu da farklılıkların toplumla bütünleşmesi açısından olumlu buluyorum.

Sonuç:

Sonuç olarak, Demirkubuz insanın gerçek düşünce ve duygularını kendine bile itiraf edememesinin onu ilk önce kendi varlığına yabancılaştıracağının altını çizer. Dış dünyadaki kayıtsızlık gibi görünen duygular iç dünyamızda depremler yaratabilir. Hatta bu hastalıklı duygular rüyalarda ortaya çıkabilir.

Demirkubuz bizi insan olmanın halleriyle buluştursa da, filmde hem baş karakter hem de yan karakterler açısından derinlemesine bir çözümleme yok. Bu da filmi tekdüze yapıyor. Filmde neden-sonuç ilişkisi kurulamadığından kimi sorularımız yanıtsız kalıyor. Filme varoluşsal olarak baktığımızda bile bu kopuş ve parçalanmışlığın nedensel ilişkilerini belirgin olarak göremiyoruz.

Hiçlik boşluktur

Evet, varoluşçuluğu sorguladığım yere geri dönüyorum…

“Hiçlik boşluktur, İnsan o boşluğu neyle doldurursa odur “ diyorum kendi kendime…

Gecenin bir ortasında yazımı bitirdiğim için klavye sesleri kesiliyor şimdi…

Sessizliğin içinde bir sessizliğim…

Bir tıkırtı mı duydum ne?

Perde kımıldanıyor…

Bir baş uzanıyor keskin, sert karanlığın içinden…

Tanıyorum Sartre’nin yüzünü…

Şimdi ay ışığıyım… Gözlerim kamaşıyor…

“Zeki Demirkubuz’un “Bulantı” Filmi Üzerine” üzerine bir yorum

Yorum yapın