Yaşam ellerinizde olmalı… Hamurunu yoğurup sevgi ile, barış ile, dostluk ile mayalamalısınız. Beslemelisiniz emekle, umutla, düşle…
Yaşam ellerinizde olmalı… Hektar hektar uzayıp giden savaşları, kinleri, açlıkları, yoksullukları biçmelisiniz… Bağrına öbek öbek açan bilgelik gülleri ekmelisiniz… Nar dudaklı gülümseyen güller… Kır çiçeklerinden kolyeler yapıp boynuna asmalısınız sevinçlerinizi… Acılarınızı güneş rengi papatyalarla örüp saçlarına takmalısınız… Hayat surat assa da size “ adam sen de deyip “ gülüp geçmeli, inat etmeli, direnmelisiniz… Sonra da yüreğinizden çağıl çağıl akıp gelen aşkın gücüyle bir öpücük kondurmalısınız yosmanın yanağına…
Yaşam ellerinizde olmalı… Dokumalısınız onu ince ince… İlmekleri bir ters bir düz alıp ebruli motifler örmelisiniz çirkinliklere inat… Biçimlendirmelisiniz hayatın kendisini tüm nefesinizle… Kızgın ateşin altında elleriyle tuttuğu lambayı üfleyen bir cam işçisi gibi güçlüce…
Yaşamın anlamı ne?
Yaşamı avuçlarınızın arasına alıp şekillendirmek istediniz mi hiç? Peki yaşam dediğimiz kavram nedir? Yaşam doğumla başlayıp ölümle biten bir süreç midir? Ya da insanın daha çok rahat yaşacağım diye koşuşturup dururken harcadığı zaman mıdır ? Size göre yaşam ne ifade ediyor? Nasıl bir yaşam sürüyorsunuz?
Değersizlik ve yüzeysellik…
Günümüz insanı teknolojik gelişmelerle birlikte betonlaşan kent ve çevresinde gittikçe metalaşan bir yaşam sürüyor. İletişimsizlik çığ gibi büyürken insan ilişkilerindeki yüzeysellik gün geçtikçe artıyor. Birbirimizi görmüyor, duymuyor, sanal alemlerde yaşıyoruz. Sorumsuzluk, düzenbazlık, çıkarcılık, bencillik gibi yıkıcı değerlerin yükselmesiyle insan insandan korkar oldu. Güven bunalımı yaşayan insan; acılarını, sevinçlerini paylaşamıyor, yalnızlığı ile baş başa kalıyor. Sonuçta ya boş kalan ruhunu alışverişlerle doyurmaya çalışıyor, daha çok tüketiyor, sonra da “ ben neden kiloluyum “ diye soluğu zayıflama merkezlerinde alıyor. Ya da bunalıma girerek bir ruh sağlığı hekimine başvuruyor. Çağımız insanı sevgisiz, yalnız, iletişimsiz ve mutsuz…
Peki bizler, dünyada olup bitenlerle, savaş çığırtkanlığı yapanlarla, açlıkla, yoksullukla, halkı soyanlarla ne kadar ilgiliyiz? Yoksa işten eve gelince kendi şablonlarını dayatarak tek tip insan yaratmaya çalışan, sahte mutluluklar dağıtan televizyonun esiri miyiz? Ya da internette çok zaman geçiriyor, birbirimize gereken ilgiyi göstermiyor muyuz?
Bu yaşam kimin?
Bu yaşam kimin? Kendi tercih ettiğimiz bir yaşamı mı sürdürüyoruz? İlişkilerimize, olaylar karşısında hissettiklerimize, başkalarına karşı davranışlarımıza nesnel olarak bir bakalım. Bu düşünceler bize mi ait? Yoksa davranışlarımız bile bu toplumun bizlere yüklediği şablonlar mı?
Bizlere dayatılan kalıplar içinde yaşarken kendi kendinizle çelişkiye düştüğünüz zamanlar olur mu hiç? Böyle zamanlarda Gorki’nin “ Yaşanmış Hikayeler “ kitabındaki Konovalov karakteri gibi kendi kendime hep şu soruyu sorarım. “Yaşam düzenini anlatan bir kitap yok mu? Nasıl yaşamak gerektiğini öğreten?”
Ahh! Şu acılar olmasa…
Elbette kitaplar en iyi rehberlerimizdir. Ancak çoğu kez yaşamı deneyimleyerek öğreniyoruz. Bazen ise yaşamda değiştiremeyeceğimiz olaylarla karşılaşır, acı çekeriz. Öyle anlarda hayıflanır, sıkıntılarımızdan etkilenmeden bütünsel bir mutluluk içinde yaşayalım, o hiç bozulmasın isteriz. Tabii ki, hayatımızın belli dönemlerinde karşılaştığımız acılar insan ruhunda onarılmaz gedikler açar, kendimizi huzursuz, mutsuz duyumsarız. Fakat acılarımızı itici bir güç olarak düşündünüz mü hiç ? Gerçekten de, acı insanı değiştirip dönüştürdüğü gibi hayatı bizlere daha iyi öğretir.
Üstelik yaşadıklarımızın benzerlerini yaşayan insanlar görünce hiç tanımadığınız halde onlara yakınlık duymaz mıyız? İçimizden acısını paylaşmak gelmez mi ? O zaman acılarımıza dostlarımız gözüyle bakabiliriz. Ne dersiniz?
İnsanın bir ereği olmalı…
Yaşam diyalektiğin kendisi elbet… İstersek yaşamdan binbir tat alabileceğimiz gibi onu kendimize zehir de edebiliriz… Ancak yaşama anlam yükleyen bizleriz. Eğer yaşamda bir amacınız yoksa onun anlamı da hiçleşir. Öyleyse, bir şeye, bir amaca odaklanmalı insan…
Yaşamanın ne olduğunu düşünmeli… Beynini sistemin aygıtlarıyla dolduran kir ve pastan temizlemeli… Özgür iradesiyle aklını kullanma cesaretini göstermeli…
Peki sizin yaşamınızdaki ereğiniz ne?
Yaşam ellerinizde olmalı… Yaşamı şekillendirmeli…İnsan sevmeyi bilmeli… Bilgiyi aramalı… Öğrenmenin verdiği coşkuyu duymalı… Örneğin, öyle bir kitap yazmalı ki, bir gönülden geçen düşünceler diğer gönülde yer etmeli… Bunu düşünmek bile yüreğimi dolup taşırıyor…
Şu an, yaşamın avuçlarımın içinde olduğunu duyumsuyorum. Bu bir düş mü yoksa? Yaşam avuçlarımda bir su damlası… Yüreğim gökyüzünün mavi yorganında uçuyor güzelliklere doğru… Bir bulutun sırtında rüzgarla sevişiyorum özgürlüğü tadarak… Yağmur damlalarına karışıp toprağa sarılıyorum… Büyüyorum…