Bir toplumu yönetmek için kullanılabilecek en etkili ve yerine göre tehlikeli olabilecek, “aptal kutusu” olarak nitelenen televizyon günümüzde tüm aile fertlerini her akşam ekran başına kilitlemeye devam ediyor. Psikolojik ve sosyolojik olarak olumsuz etkilerini saymakla bitiremeyeceğimiz televizyon, sosyal hayatımızı da derinden etkilemeye devam ediyor. Artık misafirliğe giderken bile “aman bu saatte dizi vardır, daha sonra gidelim” diyebiliyorsak eğer; televizyonun sosyal hayatımızı ne kadar sarstığını anlayabiliriz. Evet, “Uzaktan Kumandalı Çocuklar” kitabının yazarı Adnan Tönel televizyon, bilgisayar ve internet gibi modern çağın “nimetlerinin” çocukları nasıl etkilediğini anlatırken; bu kutunun ne kadar tehlikeli olduğuna da dikkatleri çekiyor. Buyrun Tönel’i dinleyelim:
Televizyon birçok insanın haber, bilgi ve eğlence kaynağı haline gelmiştir. Toplumların tavır, fikir, değer ve davranış kalıplarını şekillendirmeye başlamıştır.
1990’lardan sonra gerek kanal sayısının, gerekse program çeşitlerinin artmasıyla, yaşamın temel parçalarından biri haline gelen televizyonu, girdiği tüm toplumlar gibi Türk toplumu da çok sevdi. Sadece çocuklar değil, her yaştan insan kendisine televizyonda seyredecek bir şeyler buldu. Zamanla bu seçimler vazgeçilmez bir konum kazandı. Öyle ki, anneler evlerinde kendi işleriyle meşgulken, çocukların sorun çıkarmadan oyalanmaları için, televizyonu bir araç olarak kullanıyorlar. Üstelik çoğu anne baba, televizyonun çocukları için çok zararlı olduğunu bilse bile, onları uzak tutmayı başaramayıp sadece çocuğun seyrettiği programları kısıtlamakla yetiniyor.
Ülkemizde bir kişi yaşadığı her beş saatten birini, uyku dışındaki her üç saatten birini televizyon izleyerek geçirmektedir. Bu durum düşündürücüdür. Çocukların üçte biri televizyonu ailelerinin yanında izlememekte, yarısından fazlası izleyeceği programı kendi seçmektedir. Türk toplumunda her gün saatlerce ekranlardan aile ortamına bir yığın kan, vahşet, şiddet, tecavüz, sapıklık, iğrençlik ve hayâsızlık sızmaktadır. Toplumun bütün bunlardan bıkmışlığını, bunları izlemenin hiçbir şey kazandırmadığını, aksine birçok erdem, vefa, fazilet, saygı, sevgi, şefkat ve yardımlaşma duygularını hızla erittiğini hemen her ortamda duymak, gözlemek mümkündür.
Toplumsal yaşamı belirgin bir şekilde etkileyen televizyonlar da; her ne şekilde olursa olsun toplumun pozitif değerler üzerine gelişimine katkıda bulunmalıdır. İnsanların ıstırapları, acıları, yaşadıkları felaketler, ölüm anları ve benzeri durumlar duygu sömürüsüne yol açacak, korku yaratacak veya izleyicileri dehşete düşürecek şekilde verilmemelidir. Halkın ruh sağlığını bozacak yayın yapılmamalıdır. Aile bireyleri, ebeveynler de televizyon yayınlarının olumsuz etkisi konusunda çok dikkatli olmalı, çocuklarının program seçiminde ve izlenen konuların doğru algılanmasında yardımcı olmalıdır. Herkese (başta televizyonculara ve ailelere) ciddi sorumluluklar düşmektedir. Kamuoyu, bireysel ve toplumsal bakımlardan çağdaşlaşmanın bu yayınları izlemekle olmadığının farkına varmalıdır. Aksine, çağdaşlaşmanın bu ekran kirliliğinden uzak kalarak, bilime ve teknolojiye değer vererek, öz benliğimizi yitirmemekle olduğunun bilinciyle aşırı cinsellik ve müstehcenlik içeren yayınlara karşı yüksek bir duyarlılık gösterilmelidir.
Televizyonda her geçen sene daha fazla sayıda kanalla karşılaşıyoruz. Üzücü ama gerçek olan şey şu ki, “aptal kutusu” insanlara faydadan çok zarar veren bir araç konumunda.
Televizyonun sosyal, kültürel ve kişisel seviyelerdeki olumsuz etkilerinin bazılarını aşağıdaki satırlarda uzmanların ve yazarların görüşleriyle sıralıyoruz.
Zıt değerler iç çatışmaya sebebiyet veriyor
“Televizyon ve Toplum- Television and Society” kitabının yazarı Harry Skornia televizyonun toplumsal ölçekte akıl sağlığımıza kastettiğini belirtiyor. Skornia’nın televizyonla ilgili tespitleri son derece kaygı verici: “Bir çocuğa din, okul, ebeveynler ve hukuk sistemi bazı değerleri öğretirken, diğer tarafta medya bambaşka değerleri empoze ederse, birçok insan iç çatışma yaşayabilir. Birbiriyle çelişen, çatışan bu değerler bazı doktorlara göre daha fazla şizofreni vakası görülmesinin sebeplerindendir.
Çocuklar gün içinde birçok kez televizyonun kurmaca dünyasında dayatılan değerlerle kendi kişisel hayatındaki gerçekliğin getirdiği değerler arasında sıkışır. Herkes bu tür bir çatışmayla başa çıkamaz.
Reklamların çoğu insanın sahip olduklarından veya kimliğinden tatmin olmamasına yöneliktir. Televizyon ve diğer medya kuruluşları aracılığıyla yayılan bu reklamlar ulusal ölçekte bir tatminsizlik oluşturur. Reklamveren ve reklamı yayınlayan kuruluş açısından bu tatminsizlik çok avantajlı bir durumdur ama halkın çıkarları için aynı şey söylenemez.”
İnsani ilişkiler zedeleniyor
Kitabın ilk satırlarında evlerimize televizyon girmeden önce akşamları zamanın nasıl geçirildiğini hayal etmeye çalışmıştık. İnsanlar o “çok eski zamanlarda” sohbetler, masallar, elişleri gibi güzel faaliyetlerle uğraşmış ve erkenden uyumuş olabilirler. Televizyonun toplumu en derinden vurduğu noktalardan biri de insani ilişkileri zedelemiş olması. Devamlı televizyon seyrettikleri için konuşamayan ve en sonunda boşanan çiftler… Misafirliğe gidildiğinde topluca izlenen diziler… Televizyon insani ilişkileri derinden etkiliyor.
İnsanoğlu birbiriyle ilişki kurarak gelişimini sürdürür. İnsanlar arasındaki bu ilişkiyi erteleyen, zorlaştıran, ikinci plana iten herhangi bir şey, toplumun gelişmesine engeldir.
Günde 5-6 saat televizyon seyreden çocuklara baktığınız zaman bir araya geldiklerinde bir türlü iletişim sağlayamadıklarını görürsünüz. Birbirlerinden korkarlar, ilişkilerden endişe duyarlar. Kendilerine bir şey söylenmesini, konuşmayı veya soru sorulmasını istemezler. İstedikleri tek şey vardır: seyretmek.
Böylece çocuklar suskun bir şekilde büyür. Ergenlik çağına geldiklerinde dinledikleri müzik veya seyrettikleri film onları birbirleriyle ilişki kurma zorunluluğundan kurtarır. Ekrandan gelen sesler konuşmayı güçleştirir, kafalarının üstündeki ekransa bütün dikkatlerinin odaklandığı yerdir. Genellikle sessiz kalırlar. Birbirleriyle yan yana otursalar dahi üçüncü birşeyin – müzik ya da filmin- varlığıyla ayrılmışlardır.
“Amerika’nın bir ruhu var mı?” başlıklı makalesinde Thomas Moore Amerikalıların sadece televizyondaki parıltılı olaylardan, dev organizasyonlardan etkilenir hale geldiğini söylüyor: “Televizyon programları dikkatimizi starlara yönlendirdikçe bizi insan yapan ve birbirimizle ilişki halinde tutan basit şeyleri değersiz görmeye başlıyoruz. Sıcak, gönülden sürdürülen bir sohbet yerine ekranlardaki mesafeli bilgileri almayı tercih ediyoruz.”
Görüldüğü gibi yerli ve yabancı bir çok uzman tarafından zararları topluma anlatılmaya çalışılan televizyon, ne yazık ki devlet eliyle ciddi kampanyalar düzenlenmediği için hala etkisini sürdürüyor. Zararları saymakla bitmeyen, topluma ve aile fertleri arasındaki iletişime büyük zararlar veren televizyonu kapatmanız; sizin ve aileniz için oldukça mantıklı bir karar olacaktır.
güzelmiş
performans ödevim var kullanabilirim bunu
Televizyonlar artık bilgisayar gibi olmuş. 47 960 fvairom. Ancak 3000-3500 civarına dfcşmezse fazla satışa gelmez. Bu fiyat aralığında olsa, LG firması Tfcrkiyede satış patlaması yapar ve piyasayı %60 ele gee7irir. Tabiki satış stratejisi LG de yanlış. Bence piyasaya hakim olmak lazım. Bu da dfcşfck fiyatla, e7ok satıştan gee7er. Ayrıca LG firmasının orijinalliği tartışılıyor. Bu konuda LG Tfcrkiye, Garanti konularında ae7ık ve şeffaf olmalı. Ekinde verilen sihirli kumanda, 6+2 gf6zlfck ile kamerası bile kutuda e7ıkmalı.