Hepimiz yapıyoruz aslında. Az veya çok…
MUŞ gibi…
Toplumun en küçük birimine göz atalım. Bakıyorsunuz, karı koca ve çocukları mutlu mesut orada burada geziyorlar, tozuyorlar. Gıptayla bakılacak bir aile görüntüsü çiziyorlar ama ne kadar gıpta edilecek durumdalar? Ekonomik nedenler, büyüklerinin baskısı, yalnızlık korkusu, alışkanlıklardan vazgeçememek ve en çok da çocuklar için sürdürülen evliliklerin yüzdesi bayağı bir yüksek. Geçenlerde katıldığım bir söyleşinin konuğu olan psikiyatrist, hani başrol oyuncularından birinin “korkağım” diye kendini deşifre ettiği o ünlü dizinin o ünlü sözünü beğendiğini söyledi. Hatırlarsınız o sözcüğü: Mutfak! Eşler arasında tartışmaya dönüşecek konuşmalar başlayınca mutfakta devam etmesi gerektiği mesajını veriyor bize. Şöyle bir düşündüm de hem de birebir yaşayan biri olarak vallahi mutfağa değil bodruma gitseniz çocukları kandıramıyorsunuz. MutluyMUŞ gibi halleriniz boşuna çünkü çocuklar öyle uyanıklar ki. Biz büyüklerle kıyaslanamaz derecede hem de. Kaşınızdan, gözünüzden hatta parmağınızın bir oynayışından bile anlıyorlar durumu. Zaten parmak başlı başına bir olay. Bilhassa işaret parmağının dili olan “hıı’yı hepimiz biliriz değil mi?
İşaretten söz açılınca toplumun başka bir birimini işaret edeyim. İş dünyası… Patrondan nefret ediyorsunuz ama çaresizsiniz. Bu yaşta bir daha nerede iş bulacaksınız; gençler bile işsizken. Ne yapıyorsunuz; uyumluyMUŞ gibi davranıyorsunuz. Arkasından okuduklarınızı bir duysa haliniz nice olur o başka. Akşama eve taşıyorsunuz bütün içinde sakladıklarınızı. Evde de MUŞ gibi yaptığınız için bir zaman sonra dönüyorsunuz MUŞmulaya.
Hele hayata MUŞ gibi yaşayan bir aileyle başlayanlar MUŞlar kervanının daimi üyesi oluyorlar. Bazen de hayat en mutlu zamanınızı kollayıp yapıyor şakasını. Sevdiğinizin evine yemeğe davet edilmişsiniz ve en sevmediğiniz yemek tabağınızdan sırıtarak size bakıyor. Anneniz pişirdiğinde kadıncağıza çemkirerek bir telefonla kebap söyleyip yediğiniz akşamlardan değil o akşam. Çiğnemeden yutuyorsunuz hem de elinize sağlık yağlamalarıyla. Çok güzel, süper olMUŞ derken zaten kuracağınız yuvanın MUŞ taşlarından birini temele çoktan döşemeye başladınız mı ne?
İşte böyle başlıyor MUŞlar silsilesi. Sonra da demokratik bir ülkede yaşıyorMUŞ gibi yapmak zor gelmiyor. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyerek seçimden seçime iyi vatandaş imajıyla sandığa gidiliyor. Kaç çocuk olunca kaç lira verilecek belki kıstas, belki de kışın soğuğundan koruyan dağıtılmış kömür. Belki de… Belki de…
Bir arkadaşımın annesine “nasılsın teyze?” dediğimde “kendimi gezdiriyorum ya evladım, şükür” derdi. İşte o hesap; o kanal bu kanal gezip dururken kimin tarzı nasıl, o dizideki kadın haftaya ne yapacak, bu dizideki çocuk amansız hastalığa mı yakalanmış uyutulmuşluğunda “bugün de karnımıza iki lokma girdi nasıl olsa” rehavetiyle ülkede kim haksızlığa uğramış, kim kim vurduya gitmiş, kim cukkasını haksız yere doldurmuş, kim göz boyayıp ağızlara bir parmak bal çalıyor da ardından malı götürüyor, ülke kime sırtını yaslamış da olur olmaz yas tutuyor açmazının içinde insanların şikayetçi olması rahatın batmasından değildir herhalde diye merak edilmiyorsa, kısaca böyle adam sendeciler katmerlenmiş MUŞgillerdir artık.
YaşıyorMUŞ gibi yapıp da aslında yaşamayanlardır…
İşte onları alıp oldukları gibi çevreleriyle beraber başka bir ülkeye taşısalar nerede olduklarının farkına varırlar mı acaba?
Neyse ki onlara bir MUŞtum var.
Geçenlerde aniden bitti diye kendilerini harap ettikleri dizinin yerine ötekini aratmayan yeni bir dizi başlıyorMUŞ…