7 haziran 2015 seçimi öncesinde ve sonrasında, birileri vahşi bir senaryo yazdı. Bu senaryonun hayata geçirilmesiyle her gün ölüm, öldürme haberleri almaya başladık. En son 102 kişinin öldürüldüğü Ankara Katliamı’nın acısı bağrımıza saplandı. Acının ırkı, cinsi, etniği, dili, dini yoktur desekte herkes için aynı durum geçerli değil. Sadece askerlerin, polislerin öldürülmelerine üzülüp, ölen bir kürtse, bir aleviyse ya da solcuysa üzülmeyi bırakalım, sevinenler var. Özetle bu kişiler, “kendinden olmayanların öldürülmelerine” üzülmüyorlar. İnsani değerleri üst kimlik kabul ettiğimden, insani olmayan tutumları anlamakta zorluk çektim. Kendimde oluşan anlama gereksinimi “milliyetçilik” konusunu irdelemeye itti. İrdelemeye başlamamla birlikte, milliyetçilik konusunun kolayca içinden çıkılabilir bir konu olmadığını anladım. Bir yerden başlamak gerektiğini düşünüp, mükemmeliyetçilik tozlarını silkeleyip adımımı attım.
Türk Dil Derneği sözlüğüne baktığımda, millet ile ulus kavramının aynı anlama geldiğini gördüm. Ulus kavramı şöyle tanımlanıyor: “Derebeylik düzeninin yıkılışı ve anamalcı düzenin oluşumu döneminde ortaya çıkan, toprak, ekonomik yaşam, dil, ruhsal yapı ve kültürel özellikler yönünden ortaklık gösteren, tarihsel olarak oluşmuş, en geniş insan topluluğu, millet”. Sözlükteki tanıma bakınca derebeylik düzenine kadar gitmek gerekiyor.
Tarih yolculuğuna çıktığımız zaman, derebeylik dediğimiz düzende kıralların egemenliğinde rahiplerden, soylulardan oluşan bir üst sınıf görürüz. Toprağın ekimini yapan köylüler aşırı bir kölelik içinde olup, feodal beylerce topraklarında kendi malları gibi çalıştırırlar. Askeri güçleri vardır.
Kentlerde ticaretle uğraşan tüccarların, ekonomik hakları olsada siyasal, hukuksal, sosyal hakları yoktur. Zaman içinde tüccar sınıfı ticaret yoluyla zenginleşir. Bilim, teknoloji, sanayi, coğrafi alanlarda yaşanan gelişmeler toplumların ekonomik yapısını da değiştirir. Sermaye biriktiren tüccar sınıfı gücünü fark edince siyasi haklar istemeye başlar. Sonunda; insan hakları, özgürlük, eşitlik sloganlarıyla köylüleride yanlarına katan burjuvazi, 1789 Fransız Devrimi’yle kıralın iktidarını devirir.
28 Ağustos 1789’da Fransa’da, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi kabul edilir. Bu bildiriye göre “İnsanlar eşit doğmuşlardır. Herkes eşit yaşamalıdır. İnsanların zulme direnme hakları vardır. Her türlü egemenlik millete aittir. Egemenlik bir kişi ya da gurubun elinde olamaz. Devleti yönetenler esas olarak millete karşı sorumludur. Hiç kimse dini ve sosyal inançları yüzünden kınanamaz.”
Millet kavramı bu dönemde siyasallaştı. Milliyetçilik, kendi dönemi içinde yıkılmaz olarak görülen kırallıklara indirilen ilerici bir darbedir. Millet kavramı neden Fıransa’da siyasallaştı, milliyetçilik doğdu? Tek kıral yönetimi yerine “milletin egemenliği” fısıltıları İngiltere’den duyuluyordu. Yeni kurulan ABD’den gelen “demokrasi” söylentileri elbette Fıransızları etkiledi. Asıl olarak köylüler, burjuvalar “millet” kavramıyla bir araya gelerek kıralın iktidarına karşı birleştiler. Kırallığı devirmek için bu birleşme “milliyetçilik” adı altında gerçekleşti. Her iki sınıfın düşmanı, kendisini ezen feodal düzendi. 1789 Fıransız Devrimi’nin milliyetçi fikirleri, o dönemde çok uluslu devletlerin kabusu haline geldi. Prusya, Avusturya, İngiltere, İspanya bu devletlerin arasındaydı. Napolyon Bonapart, milliyetçilik akımını, diğer devletlere karşı bir silah olarak kullandı. “Her millete bir devlet” sloganı, çok uluslu devletlere doğrultulan bir silahtı.
Osmanlı İmparatorluğu bildiğimiz üzere çok uluslu bir devlet yapısıydı. Fransız Devrimi’nin milliyetçi yankıları Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan farklı etnikleri etkilemiştir. Farklı ulusların Osmanlı’dan kopuşunun önüne geçebilmek için Osmanlıcılık, İslamcılık gibi düşünce akımları ortaya atılsada işe yaramamıştır. En son Türkçülük düşüncesi (Turancılık) yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Buna göre tüm Türklerin aynı bayrak altında toplanması gerekli görülmüştür. Bağımsızlıklarını ilan eden Balkan ulusları birleşerek Osmanlı Devleti’ne saldırmıştır. Bu saldırılarda bir çok Türk mağdur olunca, Türkçülük akımına yönelme olmuştur. Avrupa Devletleri, Osmanlı Devleti içindeki azınlıkları kışkırtır.Yaşanan üzücü olaylar, Rusya’da, Avrupa’da yaşayan Türklerin göçe zorlanmaları Türkçülük akımına yönelmeyi sağlar. Osmanlı Devlet yönetimi yerine meşrutiyet sistemini savunan İttihat Terakki’de Türkçülük ideolojisini benimser. İT’nin beş kurucusunun ikisi Kürttür, diğerleri Çerkez, Rum, Arnavut’tur. Hiç Türk yoktur. 600 yıllık Osmanlı saltanatını yıkıp yerine cumhuriyet kurmak isteyen İT, tüm muhaliflerce desteklenir. Selanik’te yapılan 3.kongresinden sonra İT hareketi, bütünüyle Türkleşir. Tek millet, tek din anlayışı belirir. Müslüman olmayan gayri Müslimleri Müslümanlaştırma; Türk olmayan Kürt, Ermeni, Süryani, Arap, Arnavut uluslarının da Türkleştirilmesi politikası benimsenir. Araplar, Arnavutlar daha sonra ayrılıp devletlerini kurarlar. Kürtleri asimile etme görevi Arnavut kökenli Naci İsmail Pelister’e verilir. Bu kişi, sahte isimler kullanarak kitap, makaleler yazar. “Uluslararası Asimilasyon Yöntemleri, Göçmenlerin Yerleştirilmesi” isimli kitabını, daha etkili olması için bir Alman adıyla yazar. Buna göre kitabın yazarı Dr.Friç’tir. Çevirmenide kendisi olan Habil Adem’dir. İsmail Beşikçi şöyle anlatır:
“Daha sonraki incelemelerle anlaşılmıştır ki, Dr. Friç denen kişi, gerçek adı Naci İsmail (Pelister) olan Osmanlı Milli Emniyet görevlisi, Arnavut kökenli bir ittihatçıdır. Çevirmen olarak görülen Habil Adem de bizzat kendisidir. Yazdıklarının daha inandırıcı olmasını istediğinden Alman adı olan Friç’i kullanmaktır.”
Güya Alman bilimcilerinin kanıtlarına göre Kürtlerin aslı Türktür. Kürtler, dağlı Türklerdir. Hazırladıkları rapor bu iddialar üzerinedir. Kürtler, İç Anadolu’ya ve Batı Anadolu’ya doğru zorunlu göçe uğrarlar. Eğitimden başlamak üzere her alanda Türkleştirilme baskıları sürer gider.
Buraya kadar anlatmaya çalıştığım tarihsel kesitler günümüzde ülkenin can sorunu olan Kürt sorununu da anlamak için önemlidir. Önyargılarımızı kırmaya çalışarak, okuyup, araştırma yaparak, öğrenerek kökenlerini bulabileceğimiz bir sorundur Kürt sorunu. Milliyetçilik düşüncesinin anlaşılması Kürt sorununu da anlamamızı sağlar. Ne demiştim, Fıransız Devrimi sürecinde milliyetçilik ilericidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı Kürt Milliyetçiliği ilerici midir? Kürtler, ağalık, aşiret gibi feodal ilişkilerden tümüyle kopamadıkları gibi ,Türkiye Cumhuriyeti tarafından dil, ulus baskısı altında bırakılmışlardır. Tıpkı başka ulusların kendi kendilerini yönetmek istemeleri gibi Kürtlerde özgür olmak istemektedirler. Kendi dilinde eğitim alamamış, anadili Kürtçe olan bir halka hakaret edercesine dağlara taşlara “Ne mutlu Türküm Diyene” yazılmıştır. Bir toplumun anadili yerine, başka bir dille zorlanarak eğitim alması zulümlerin en zulümüdür. Bu zulüm görülmeden sadece soruna sınıf perspektifli bakmak doğru değildir. Feodalizm karşısında burjuvazi ilerici bir sınıftır. Türkiye Cumhuriyeti karşısında ise Kürt Ulusal Özgürlük Mücadelesi ilericidir.Ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkı vardır. Bu ülke kimseye zorla sevdirilemez. Kürtleri anlamazsak bir arada yaşamanın koşullarını yok ederiz.
Milliyetçilik, burjuva devletlerin can simididir. Milli birlik , beraberlik söylemi sahtekarlıktır. Türk olan Sakıp Sabancı ile Türk olan bir işçinin çıkarları bir değildir. Nasıl ki Fıransız Devrimi’ne köylüler katıldıkları halde eşitlikten paylarını alamamışlarsa bugün ülkemizde de aynı durum geçerlidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti milliyetçilik ideolojisini benimsemesinden de anlaşılacağı gibi burjuva niteliklidir. Sınıflı bir toplumdur. Millet olmak bir yanılsamadır. Burjuvazinin çıkarlarını milliyetçi kalarak savunan her birey , kendinin ve ezilenlerin kurtuluşunu geciktirir. Milliyetçilik ya da diğer adıyla ulusalcılık savunusunu yapmak , kıraldan çok kıralcı olmaktır. İnsanlığın kurtuluşu eşitlik mücadelesindedir. Milliyetçilik şemsiyesi altında değil; eşitliğin, adaletin şemsiyesi altında toplanılmalıdır.