22 Ocak 1905.
Kanlı Pazar olarak geçer tarih kitaplarında. Okursanız, anlarsınız. Rusya Devrimi olarak yer eder akıllarda. İçinde güzel insanların, ter kokan işçilerin, çalışkan kadınların, güzel kız, yaramaz erkek çocuklarının yaşadığı Petersburg işçileri kendilerine verilen hakları değil, hakları olan özgürlüğü almak adına yürüyüşe geçti. Karşılarında çok güçlü, çok hırslı, çok kibirli bir Çar vardı: İkinci Nikolay.
Son dönemde işçi harekâtlarında gözle görülür bir artış, direnişlerde korkulması gereken bir bağlılık vardı. Çar Nikolay’da farkındaydı durumun. Bu nedenle muhbirlerini işçilerin arasına gönderdi ve kendilerine güvenmelerini sağladı. Papaz Gapon lakaplı bir direnişçinin rüyalarına iştirak eden tüm işçiler örgütlenmeye ve yürüyüşe destek verdi. Birken bin oldular, binken milyon. Kanlı Pazar olarak nitelendirilen 22 Ocak 1905 günü 100.000 işçi saraya yürüyüşe geçti. Tek istedikleri; sistemin bedenleri ve özgür ruhları üzerinde gezinen paslı ve kokuşmuş demirlerinden kurtulmaktı. Kendisini demokrat ve adil bir Çar olarak gören İkinci Nikolay, nifak tohumlarını çoktan ekmişti işçilerin arasına. Yürüyüşten haberdar edilince, kabul etti işçileri. Yürüyüşe geçen işçilerin rotası saraya yöneldi.
Yazmaz tarih kitapları, yalan söylerler. 1000’den fazla ölü, 2000’den fazla yaralı var der. Ama Kanlı Pazar olarak tarihe kanlı harflerle yazılan bu katliamda söylerken utanılması gereken bir tablo çıktı ortaya. Bir katliamda en büyük sayı 1’dir. Ölümün en acı sayısı 1’dir. Öyle olmadı: Yüzlerce işçi, yüzlerce kadın, yüzlerce erkek, yüzlerce çocuk öldü Kanlı Pazar’da. Ve emekçilerin, işçilerin, eli nasırlı kadınların hafıza atlası, eli kanlı bir faşist olarak andı İkinci Nikolay’ı. Çocuklarımız ölmüştü çünkü. İşçilerimiz ve kadınlarımız.
Bugün bu olay Türkiye’de cereyan ediyor. İstanbul Taksim’de başlayan direnişin üzerinden bir haftayı aşkın süre geçti. Yaz aylarında bulunmamız nedeniyle neşeli bir ses tonu eşliğinde sahil beldelerinde gezinen muhabirleriyle canlı bağlantı yapan ajanslar, ülkesinde iç karışıklık varken yurtdışından dönmeyen siyasiler, bu direnişi küçümseyerek yok edeceğine inananlar ve daha niceleri, İkinci Nikolay olarak duruyorlar karşımızda. Yalnızca elleri değil, dilleri de kanlı şekilde oturdukları rahat koltuklarından kendi yandaşlarına nutuk savuruyorlar.
Konunun hâlâ yalnızca Gezi Parkı’na yapılmak istenen katliam ile ilgili olduğunu zannedenler için söyleyecek pek fazla bir şey yok. Akla ilk gelen argümanları ortaya koymaksa, bu meselenin sıradan bir direniş olduğu algısını yaratır. Fakat amacım; nerede ve kim tarafından yazıldığı belirsiz bir makale aracılığı ile sizlere seslenmek ve konuyla ilgili olarak fikirlerinizi makul seviyeye çekmek değil. Bu nedenle yazının bundan sonraki kısmında karşınızda bir direnişçi, bir eylemci, darp edilmiş bir işçi olarak oturduğumu ve bir insan olarak bu dünya için, yarın için bir şeyler yapmak adına verdiğim mücadeleye kulak vermenizi istiyorum.
31 Mayıs 2013’ü hatırlayın dostlarım.
Böyle anacaklar bizi.
Orada ölen kardeşlerimizi, orada yaralanan, darp edilen kadınlarımızı hatırlayın.
Böyle bahsedecekler bizden.
Koltuk değnekleri ile evinde oturmak yerine direnişe, hak mücadelesine, kendisi gibi olmayanlara destek vermek adına meydanlara inen engelli kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı, sevgili ve kadınlarımızı düşünün. Tekerlekli sandalyesiyle korkutucu bir görünümü olan koca bir panzerin önüne konuşlanan ve hayatında ilk kez bir hiç uğruna değil, gerçek bir neden için canını ortaya koymayı göze alan yarı felçli kadını düşünün.
Bu sözlerle anımsayacaklar bizi.
Bakın bana; elimde tuttuğum bu koltuk değnekleri, bunca zaman yalnızca engellerle dolu sokaklarda, yüksek ve sayısız basamakları olan merdivenlerde, engebeli yollarda düşmemek adına bedenimin bir parçası olarak yanımda tuttuğum hayati birer parçamdı. Şimdi, aradan geçen onlarca yılın ardından, 31 Mayıs 2013’ü anımsayın dostlarım. Ülkenin dört bir yanında ayaklanan dava dostlarımızı hatırlayın. Yaşına, cinsiyetine, sakatlığına bakmadan meydanlara dökülen atalarımızı hatırlayın.
Böyle söz edecekler bizden.
Çünkü küçük bir kıvılcımla alevlenen bu koca diyarın cesur insanları, 10 yıldır kanayan yarayı tedavi etme vaktinin geldiğini anladı. Yalnızca küçümsemek adına söylenen iki ağaç için değil; ölen insanlarımız için, tecavüze uğrayan kadınlarımız için, öldürülen çocuklarımız için, özgürlük ve hakiki bir barış için, tüm engellere rağmen evinde oturmak yerine bu koca meydanda binlerce insana destek vermek adına koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyesiyle sokaklara çıkan engelli kardeşlerimiz için veriliyor bu mücadele. Reyhanlı’da, Roboski’de, Anadolu’nun, giderken tedirginlik yaratan tekinsiz dağlarında ölen gencecik insanlar için; küçük kız çocuklarına tecavüz eden, iki karış sakalı ve başındaki takkenin ardına gizlenenlere hak ettikleri cezanın verilmesi için; adalet ve özgürlük için. Ve şimdi, burada; adını saymaya gerek görmediğim tüm her şey için; alın koltuk değneklerinizi, tekerlekli sandalyelerinizi ve bundan on yıllar sonra haklı bir mücadele olarak anılacak olan 31 Mayıs 2013 direnişine yazdırın adınızı.
Bizim cesarete ihtiyacımız yok. Cesaret başvurulması gereken son silahtır. Çünkü en korkak olanımız bile içindeki insani gücün farkına vardığı zaman tehlikeli bir hayvana dönüşebilir. Bu yüzden yapmamız gereken şey; içimizdeki cesareti kamçılamak değil; kendimiz için, başkaları için, ölen kadın ve çocuklar için, tüm engellere rağmen sokaklara çıkan ve bu haklı direnişe destek veren engelli kardeşlerimiz için hakkımız olanı talep etmek. Ruhlarınızın aksamasına neden olan tekerlekli sandalyelerinizi, koltuk değneklerinizi atın ve meydanlara çıkın. Kalabalığın hep bir ağızdan söylediği özgürlük ve kardeşlik türkülerine eşlik edin.
Korkunun egemen olduğu bir ülkeye barış, yalnızca yükselen seslerle gelir. Siz de yükseltin sesinizi.