Ben bir vatandaş olarak hiçbir şehit fotoğrafını, geride bıraktığı anasını, babasını, nişanlısını, karısını, doğmuş, doğacak çocuklarını bilmek, görmek istemiyorum artık. Her gün sosyal medyada olur olmaz paylaşımlar yaparken, rutin hayatımı yaşarken hangi askeri aracın göz göre göre hangi yollardan geçip içindekilerin paramparça olacağını bilerek yaşamak, aldırmazlığa vurmak, “Ah vah, Allah rahmet eylesin, mekanı zaten cennet, Allah ailesine sabır versin,” demek is-te-mi-yo-rum. İstemiyorum da ne oluyor? Üçer beşer geliyor haberler. Hatta altışar…
Onlar o yollara giderken kelle koltukta gidiyorlar. Şansa… Belki de o yola patlayıcı döşenmemiştir umuduyla… Soruyorum size; Çanakkale’de bir dakika sonra öleceğini bile bile siperlerden çıkan askerlerden ne farkı var onların?
Analar o evlatları nasıl yetiştirdi muhabbeti de yapmak istemiyorum. Bilen bilir bir evlat hele zor koşullarda nasıl yetiştirilir. Beni, bizi ilgilendiren daha kaç can ölecek konusu. Vatan uğruna…
Vatan uğruna derken; biz bu duruma nasıl geldik hepimiz biliyoruz. İnkarlar, aldatıldık lafları ortalarda gezse de gerçek olan tek şey sayısı gitgide artan ki bir kişi bile olsa önemli, toprağa yolladığımız o askerler, polisler.
Peki, çözüm ne? Çözüm mü? Çözüm deyince işte cinlerim tepeme çıkıyor… Her şey bu umut dolu sözcükle başlayıp arapsaçına dönmedi mi? Döndürülmedi mi? Karşılıklı anlaşmalar, karşılıklı inkarlara dönüşüp silahlara sarılındı. Bu olaylar hepimizin gözünün önünde oldu kademe kademe. Bu arada atı alan Üsküdar’ı geçmişti; bilinemedi. Sonra da olan sivil halka ve askerlere oldu. Sivil halktan ölenlere askerler, polisler kadar içim yanıyor. Onlar kader denen bir kıskaçta bu hayatı yaşamaya mecbur edildiler. Evleri, barkları, gelecekleri en önemlisi minicik yavruları bile gitti ellerinden. Belki mala mülke kavuşacaklar tekrar ama yitirdiklerine asla… Kanayıp duracak yürekleri… Öte yandan şehirlerdeki rögar kapaklarına bile konan patlayıcılar yüzünden askerlerin yanı sıra sivillerin de öleceği, zarar göreceği bilindiğine göre artık kimsenin sivilleri düşünmediği apaçık ortada değil mi?
Peki, ne olacak; bu ölümler böyle devam edecek mi durmadan? Babasının tabutunun üstündeki fotoğrafına bakan çocuk, “Bak anne, babam,” diye ne zamana kadar gösterecek? Terörün dibini kazıyacağız diyenler ölen onca gencin, ailelerinin yerine kendilerini koyabiliyorlar mı? O acıyı hissedebilirler mi? Hangimiz hissedebiliriz zaten şehit anasından başka? Ya dört yaşında patlamadan ölen çocuğun anası… Ya o çocukların yaşanacak yılları. Ya mesleğinin zirvesine tırmanmakta olanlar… ‘Ya,’ ile başlayan birçok tümce kurabiliriz.
Bu bir dalga aslında. Yavaş yavaş toplumu saran. Hani ateş düştüğü yeri yakar derler ya; doğrudur doğru olmasına ama o ateş sarmaya başlamışsa yurdu dalga dalga kaygılanmakta haksız mıyız?
Yandaş kanalların ülkeyi güllük gülistanlık gösteren haberleri, evlilik, eğlence programları, saçma sapan diziler, hele Ramazan’la başlayacak dini programlarda sorulacak garip garip sorularla sona doğru gidildiği bilinmeden ülke için için yanmaya devam edecek.
Ve anlaşılıyor ki bu inatlaşma uzun sürecek. Olan canlara olacak… Analarına, yavrularına… Vebali de yanlış politikalarla ülkeyi bu hale getirenlerin üstüne…
Çözüm mü?
Bir zamanların akilleri de ortada yoklar ki ülkeyi kurtarsınlar…
Ceyda Sevgi Ünal