Güzel korkunç bir şeydir, onda tüm çelişkiler bir araya gelir.
Onda Şeytan Tanrı’yla kavga eder. /Dostoyevski *1
Ajitasyon ya da acındırma engellilerle özdeşleşmiş kelimeler… Ne yaparsak, ne söylersek, bu kelimelerin gölgesinden kurtulamıyoruz.
Yaşamımda hiçbir zaman engelli olduğumdan dolayı ajitasyon yapmaya gerek duymadım. Hatta işyerinde diğer arkadaşlarımın üstünde bir enerjiyle çalıştım.
Bir kaç yıl önce bir törende, nasıl yazmaya başladığımı anlatmıştım. Uzun yıllar, engellilere yönelik olarak geliştirilen olumsuz tutum ve davranışların etkisini, dışlanmanın verdiği sıkıntıyı içimde duyumsadığımı söyledim. Çeşitli zorluklardan söz ettim. Bu süreç sonunda içime kapandığımı, yeni dostlar edindiğimi, radyonun ve kitapların dünyasında kırılganlıklarımı unuttuğumu, içimdeki sıkıntıdan kurtulmak için yazmaya başladığımı, duygularımı, düşüncelerimi, sezgilerimi yazdıkça hafiflediğimi, bunları yakın arkadaşlarıma okuduğumu söyledim. Belki düşüncelerimi okudukça beni severlerdi? Beni dışlamaz, yok saymaz, içlerine kabul ederlerdi. “İnsanlara varlığımı bir biçimde duyurmak, düşüncelerimi aktararak onlara bağlanmak istiyordum, “dedim. Salonda büyük bir alkış koptu. Kürsüden indim. Herkes tebrik etti. Biri de, ” insanları tam yüreğinden vurdun. Tam ajitasyon örneği sergiledin,” demez mi? Boğazıma bir yumruk oturdu. Ne diyeceğimi bilemedim. Yüzüm kıpkırmızı oldu. Dudaklarımı birbirine kenetleyerek zoraki gülümsedim.
Nerden mi buraya geldim? Bugünlerde de, çevremde bir ajitasyon fırtınası esiyor… Sanki, engelliler altından saraylarda oturuyorlar… Güllik gülistanlık bir yaşamları var… Yazarlar da, başka sorunları kalmamış gibi onları çöplüğün içinde yaşayan süprüntüler gibi gösteriyor!!!
Bugün bu ülkede engellilerin sorunları çığ gibi…
Kadın sorunlarının içinde ne zaman engelli kadınların sorunlarına yer veriliyor?
Bugün, bu ülkede en fazla şiddete ve cinsel saldırıya onlar uğruyorlar…
Engelli kadınlar, erkeklerce kadın olarak bile kabul edilmiyor…
Aşkı, cinselliği, analığı yaşamaları çok görülüyor toplumca.
Ben bu ülkede, engelli çocuğu olduğu için kocasınca terk edilen, yazgısına boyun eğmek zorunda kalan, çaresizlikle, yoksullukla baş başa bırakılan onlarca kadın gördüm.
İş bulamıyorlar. Görüntüyü bozuyor diye!
Bir yazar da, çıkıyor tüm bunları çıplaklığıyla, tüm gerçekçiliğiyle anlatıyor…
Vay! Sen misin bunları yazan?
Ajitasyon yapıyorsun!
Ne zamandan beri, görünene ve görünenin ardındakine ayna tutmak ajitasyon oldu?
Yoksa, o gerçeklerle yüzleşmek istemeyenlerin içlerindeki zehir olmasın kustukları!
Bu yazar, olmayan bir şeyi mi yazıyor? Yoksa, insanlar kendi utançlarını gördükçe mideleri mi kalkıyor?
Soruyorum size!
Kimin içi kanamaz, bırakın bir engelliyi bir insanı önce ailesi kabul etmiyorsa… Sonra çevresi… Kimin içi kanamaz o kişi şehvet düşkünü iki ayaklılarından birinin cinsel saldırısına uğruyorsa…
Bir şeyi yok sayarak, görmezlikten gelerek ya da gerçeklerin üstünü kapatarak bir toplum asalaklarından ayıklanmaz. Eğer, bu toplumda engelliler, termitler gibi yeraltında yaşıyorsa, bu engellilerin değil, toplumun ve devletin ayıbıdır.
Engellileri idealleştirerek olağanüstü kaval çalarsınız ancak!
Oysa, gerçek acıdır! Eğer yazar, o görüngülerde, belirleyici tutum ve davranışları gösteriyorsa, bu ajitasyon değil, güzelin korkutucu etkisidir. Çünkü, o etkide, düşünsellik ve duygusallık iç içedir…
Dipnotlar:
Afşar Timuçin, Estetik, Bulut Yayınları, İstanbul, 2003.