Bu hafta başında minikler okula başladı. Haftaya ise tüm eğitim kurumları açılacak. Sahi, eğitim ve öğretim deyince aklınıza ne geliyor? Kuşkusuz eğitim bir toplumun temel taşıdır.O temel ne kadar dayanıklı ve sağlam ise, geleceğimiz de o kadar parlaktır. İnsan doğumdan ölüme kadar bir öğrenme süreci içindedir. İnsan yavrusu önce ailede başlar öğrenmeye. Sonra planlı, programlı bir biçimde okulda sürdürür eğitim, öğretim faaliyetlerini. İnsan toplum içinde yaşamayı öğrenirken hayata da bu süreç içinde hazırlanır. Bu anlamda eğitim her şeydir.
Kendini önemli duyumsamak
İlkokula başladığım günü daha dün gibi hatırlıyorum. Nasıl da büyülü bir şeydi okullu olmak… O zamanlar siyah önlüklerimiz, beyaz yakalarımız, saçlarımıza taktığımız sakız gibi bembeyaz kurdelelerimiz vardı. Ben de büyük bir sevinçle okul giysilerimi giymiş, annemin elinden tutarak okuluma gitmiştim. İçim bayram yeri gibiydi. Artık büyüdüğüme inanıyordum. Öyle ya! Okullu olmak büyümek demekti. Sınıfa girerken heyecandan bayılacak gibi olduğumu anımsıyorum. Sonra da tedirgin tedirgin bir sıraya oturmuştum. Her ne kadar içimde çeşitli kaygılarım olsa da kendimi önemli biri gibi duyumsamıştım.
Kimbilir! Bu hafta başında kaç çocuk benimkine benzer duygular yaşadı. Yaşamayanlar var mıdır?
Eğitimde barikatlar
İşitme, zihinsel, görme, bedensel engelli çocuklarımızın başına gelenleri basın ve medyadan duyuyoruz. Kaynaştırma eğitimine yönlendirilen engellilerden kimilerinin okul yöneticileri, öğretmenler, velilerce istenmediğini biliyoruz. Daha ilk başta önlerine barikatlar kuruyorlar. Eğer çocuğunuz engelliyse okul müdürü kaydını yapmıyor. Ebeveynler çaresiz kalıyor. Bir de o aşamada çocukların yaşadıkları travmaları düşünebiliyor musunuz? Her çocuk değer verilmeyi, önemsenmeyi ister. Bir toplumda var olmanın bir koşulu yok sayılmamaktır. Yani kabul edilmektir. Hadi diyelim, bir okula engelli çocuğunuzu kayıt yaptırıp tüm engellemeleri aştığınız için kendinizi mutlu duyumsuyorsunuz. Ya sonra? Sevinciniz kursağınızda kalıyor! İşgüzar veliler devreye giriyor hemen. “Çocuğumun psikolojisi bozuluyor, dikkati dağılıyor” diyerek Milli Eğitim Bakanlığı’nı topa tutuyorlar! Şikayet üstüne şikayet…
Ne sefil bir anlayış
A, kuzum şekerim, sizin ki çocuk da öteki değil mi? Ya onların bozulan psikolojileri ne olacak? Bilgiye nasıl ulaşıp kendilerini donanımlı kılacaklar? Sonra da okuyup bir meslek sahibi olacaklar? Bunları düşünen yok. Engelliler de bu ülkenin vatandaşı değil mi? Anne-babaları da bu vatan için çalışıp vergi vermiyorlar mı? Herkes bu memlekette eşit ise, bu ne sefil bir anlayış… Bu ne biçim bir savaş… Gerçekten ben anlamakta güçlük çekiyorum.
Ne yazık ki, bu hayatta çoğu çocuk eğitim olanaklarından yararlanırken engelli çocuklar gözden uzak tutularak eşit biçimde o fırsatlardan yararlanamıyor.
Cennetten kovulanların çilesi
Engellilerin önünde korkunç uçurumlar, delik deşik hendekler, geniş ve derin yarıklar, moloz çöküntüleri, lanetli kepenkler var. Çoğu fiziki koşullardan dolayı eğitime erişemiyorlar.
Engellilerin bilgi ve donanım araçlarına ulaşımı sıfırın altında! Okyanuslar buz tutmuş adeta… Bu katılaşmış yığıntı içinde hangi engelli bilgiye erişip kendi yaşamını sürdürme becerisi kazanacak? En başta eğitimin aktörleri ejderha kesilmiş yeryüzü cennetinde. Engelliler kovulmuş kendilerine “sağlam” denilen bu topluluğun karanlık paradigmaları nedeniyle o cennetten.
Engellilik bilinci
Eğitim, eğitim deyip duruyoruz ya! Engelliler en çok “sağlam”ların onlarla ilgili olumsuz önyargılarından çekiyor ne çekiyorsa. Niye? Çünkü tarihin eski çağlarından bu yana engellilik baş belası bir şey olarak algılanmış. Sonra da bu kültür kuşaklar boyunca birbirine aktarılarak bu günlere gelmiş. Engellilik bilinci açısından baktığımızda toplum hep yerinde saymış, durmuş. Bir arpa boyu yol alamamış.
Herkes hak, adalet, özgürlük, kardeşlik ve eşitlikten söz ediyor. Uygulamaya gelince, engellilerin tüm hakları çiğneniyor.
Nasıl da sağlam bir hak anlayışları var.
Nasıl da acı çeken, yaraları olan bu ihtişamlı “şehir döküntülerine” acımasızca ayrımcılık uyguluyorlar.
Nasıl da adalet ve özgürlük naraları atarken engellilerin bedenlerini kırbaçlıyorlar.
Vicdanları temizlemeye gelince her biri iyilik havarisi oluveriyorlar.
Eğer bu havariler, bir iyilik yapacaklarsa, engellilerin önüne konulan barikatları hep birlikte kaldırmamıza yardımcı olsunlar. Ya da gölge etmesinler!
Can demek bir nefes
Unutmamalı ki, bu dünyaya gelen her canlının bir işlevi var. Hiçbir canlı değersiz değil. Can demek bir nefes, bir soluk demek… Can demek duyumsayan, duyumsadığını bilen, farkına varan demek… Bir nefes almak, yaşamak demek…
Hani, dünyaya bu gözle bakarsak yeryüzü nimetlerinin yalnızca kendimiz için değil, tüm canlılar için ortak olduğunun bilincine varır, bir tebessümü onlara çok görmeyiz.
Hiçbirimiz mükemmel değiliz
Tüm evrene sevgiyle, dostlukla, hoşgörüyle bakarsak, o evren tüm farklılıkları içine alan harikulade bir dantel olur.Sevgiye açık olursak, her “eksik”likte bir bütünün varlığını görürüz. Duymadığı ve konuşamadığı için derdini anlatamayan işitme ve konuşma engelli, sizin gözünüzde “tam” olmadığı için “eksik” olabilir. Hangimiz sonsuz evrende mükemmeliz? O sınırsızlığın içinde bir sınır yok mu dersiniz? Bırakalım, tüm bunları. Sınırsızlığımız hep birlikte kucaklaşmada, hep birlikte bütün olmada. Hem kara deliklerin güneş olmadığını kim söyleyebilir?
Çocuğunuzun sınıfında zihinsel engelli biri, belki nerde durması gerektiğini bilmediği için sınıf atmosferini bozabilir. Kimi kez, en keşfedilmeyi bekleyenler en derinlerdedir. Bakmak ile görmek farklı şeylerdir. Bir de o çocuğa, tanımak ve anlamak için baktığınızda Süreyya yıldızını göreceksiniz belki de. Unutmayınız ki, sevmeyenler bilmeyenlerdir.
Nefret dili öfke doğurur
Her ayrımcı söylem ve uygulama yıkıcıdır. Nefret dili öfkeyi doğurur. İnsanlık tüm renkleriyle bir bütündür. Engellilere ölümcül oklarınızı fırlattığınızda aslında kendinizi de öldürüyorsunuz demektir. Çünkü kibrin ve bencilliğin labirentlerinde gezinenler özgür değildirler. Hep kendiyle uğraştığı için sonsuz bir tutsaklığa mahkumdurlar. Ne sevgiyi bilir ne de dayanışmayı. Ne de bütünlüğü bilir ne de hak hukuku.
Sevgi ve bilgi
İnsanlığı özgürleştirmek sevgi ve bilgiyle olanaklıdır. Engellileri paçavra, döküntü, moloz yığını olarak bakmak yerine ruhumuzu, belleğimizi, aklımızı hayatın farklı kokularıyla şenlendirelim.
Eğitim, öğretim yaşamına katılma her engelli çocuk için bir öğrenme ve toplumsallaşma sürecidir. Önce ebeveynler olarak kendi bilincimizde bir devrim yapmalı, engellilerin eksik, kusurlu değil, yaşamlarını farklı yaşayan bireyler olduğunu kabul edelim. Sonra da çocuklarımıza onları dışlamayı değil, kucaklamayı, onlarla alay etme değil, sevgiyi öğretelim. Engelli çocuklara reddedici değil, kabul edici biçimde yaklaşalım. İnanın, bunlar hiç de o kadar zor değil.
Eminim ki, engellilere karşı olumsuz tutum ve davranışların yerini sevgi, saygı, arkadaşlık ve dostluk aldığında sevmeyi ve sevilmeyi bilen bireylerle daha güzel bir gelecek kurulacak…