Bilim kurgu filmlerinde izlediğimiz dünyanın sonunun geldiğe dair (kimilerine göre fantastik) kurgulanmış hikayelerin bire bir gerçeğini yaşayacağımız günler çoğu bilim adamına göre kurgulanmış bir hikayenin ötesinde bir gerçekliği yansıtıyor.
Aslına bakılırsa doğadaki, iklimlerdeki değişikliği göz önüne aldığımızda bir şeylerin ters gitmeye başladığını anlamak için bilim adamı olmaya gerek yok. Ortalama bir beyne ve belirli bir yaşa sahip olmak ve bundan 10-20 yıl önceki yaz aylarıyla şimdiki yaz aylarını, 10-20 yıl önceki kış aylarıyla şimdiki kış aylarının nasıl geçtiğini karşılaştırmak yeterli olacaktır.
Artık insanlar, “nerede o eski bayramlar?” der gibi, “nerede o eski kışlar-yazlar” demeye başladı.
Sadece mevsimsel değişikler mi?
Yediğimiz yiyeceklerden içtiğimiz suya kadar, hemen herşeyde eski lezzetleri, tatları arar olduk. Ürün verimliliğini artırmak maksadıyla genleriyle oynanan tohumlar, toprağa atılan kimyasal gübreler, bu gübrelerdeki bir takım kimyasalların bir şekilde kaynak sularına bulaşması…
Sonuç; Eski lezzetini kaybemiş meyve, sebzeler ve bunların tüketimi sonucu ortaya çıkan sağlık sorunları. Durum o denli vahim bir hal almıştır ki, artık korkulan Frankenstein hikayesi insanlara şah damarlarından bile yakın hale gelmiştir.
Daha iyi yaşamak, daha çok kazanmak adına doğanın dengesini bozan insanoğlu günün birinde bozulan dengelerin altında kendisinin kalacağının hala farkına varamadı. Doğadaki değişiklikler gözle görülür elle tutulur hale gelmişken, inatla ve ısrarla doğayı kirletmeye devam ediyoruz. Ne bireysel anlamda, ne ülke anlamında nede dünya bu gideşe “dur demek” için kılını bile kıpırdatmıyor.
Geç kalmadan harekete geçmeliyiz?
Gelinen bu noktada insanlık dünyanın en büyük sorunun işsizlik, ekonomik krizler olduğunu söyleyip dururken ünlü bir kızıl dereli atasözünde söylenildiği gibi, “Son balık öldüğünde son nehir kuruduğunda son ağaç kesildiğinde beyaz adam parayı yiyemeyeceğini anlayacak.”
İşte o gün geldiğinde ne ekonomik krizler, ne işsizlik sorunu konuşulur olacak. O gün insanlık kendi neslinin devamlılığını sağlamak için elleriyle kirlettiği doğa karşısında ne denli aciz kaldığını iliklerine kadar hissedip başını taştan taşa vuracak.
F. Engels‘in dediği gibi, “Doğa üzerinde kazandığımız zaferlerden dolayı kendimizi pek fazla övmeyelim. Böyle her zafer için doğa bizden öcünü alır.”
Öc alınacak suçların faili olmak istemiyorsak değişime önce kendimizden başlamalıyız. Nemi yapabiliriz? Çevreci örgütlere katılarak toplumsal farkındalık yaratmak adına faliyetlerde bulunabilir, doğayı ve çevreyi kirleten Hiçbir ürünü kullanmayarak işe başlayabiliriz. Unutmayın değişim “bireylerden” başlayıp topluma yansıyan bir olgudur. Bir insan değişir, bir dünya değişir!