İnsan, insanlığın güneşini engellemiş mistik düşüncelerle… Lanetlemiş sakat bireyi… Yalnız bırakmış doğanın çocuğunu… Özvarlığını sınırlamış önyargılarla… Sonra da tedirgin vicdanını susturmak için merhamet tohumu ekmiş belleğine… Kimileyin engellileri toplumdan izole ederek kapatmış hapishanelere… Sağlam bedenciliği yüceltmek için sert ve taştan duvarlar örmüş sakatın önüne…
Engelli, insan sayılmamış yüzyıllarca… Kimi kez tanrının öfkesinin kaynağı… Kimi kez azgın dişli bir şeytan… Kimi kez tanrıya kurban edilen bir ölümlü… Kimi kez ana-babanın işlediği suçun cezalısı… Kimi kez görülmedik bir ucube… Kimi kez ahlaksız ve belalı… Kimi kez insanlara kötülük eden bir cadı… Hangi birini saysam… hangi birini söylesem… “Sağlam”lar kendilerine göre bir anlam yüklemişler engelliye… İyiyi, kötüyü hayali kavramlara bağlamışlar… Kovmuşlar engelliyi yaşamın içinden… Engelli çocuk sahibi ana-baba da bu düzenin paryaları… İçselleştirmişler kulaklarına söylenen masalları… Çocuklarını “efendilerin” emrine vermiş… Prangalar vurmuş özgürlüklerine…
Seslendi “engelli çocuk” tüm insanlara…
“Sen de insansın. Ben de insanım” dedi baskın çıkan “sağlamlara”… Niye böldün beni ona yirmiye? Niçin kopardın beni insandan? Niye yıktın mutluluğumu! Toprakta yetişen her meyve gibi bir özüm var benim de… Renk renk… öbek öbek… çiçek çiçek…
Köleliğe sürüklenen ailesini görüp de susmak olur mu? Susmanın suskunluğunda yeşermez düşünceler… Ana-baba, küçük kardeş ve çocuk ışıkların gölgesinde… Tüm ailenin fertleri bir odanın içinde… Her birinin yüreği bir aslan pençesinde… Tüm nesneler sakatlığa ağıt yakıyor… Bu yabancılaşma insanın içini parçalıyor…
“Sağlam” egemenliğini kırmak için önce en yakınından başlamalı… Sağlam-sakat ayrımı yapmadan herkese eşit olanaklar sağlanmalı… Değersizlik şiddetinde parçalanmamalı engellenenlerin kişilikleri… Engelli de çocuklar içinde bir çocuk… Utanç, suçluluk, korku, acıma, öfke, tiksinme duyguları da neyin nesi? Bir çocuk tüten bir ocağın neşe veren çiçek bahçesi! Düşüncelerini saklamadı çocuk… Haykırdı önce kendisine kaygıyla bakan annesine…
“Ben de insanım “ dedi çocuk… “Acı çekmene dayanamam. “Sağlıklı” bir bebek dünyaya getiremedin diye düşmesin gözlerine hüznün gölgesi! Yüreğin üşümesin rüzgarda titreyen ağaç yaprağı misali! “
Annesinin yüzü kızardı… Yüreği boğuk boğuk inliyor… Hayatında her şey ters gidiyor… Ne ailesinde ne çevresinde engelli bir çocuk doğuran var. Yavrusuna nasıl davranacağını bilmiyor… İnanmak istemiyor eksik bir çocuk doğurduğuna… Vahlayıp puflayıp isyan ediyor yazgısına… Başına gelenleri kabul etmek zor! Kimbilir! Daha neler neler çekecek? O ölünce çocuğuyla kim ilgilenecek!
Çocuk bir yavru ceylan gibi ürkek annesine sarıldı. Yüzünü avuç içlerine aldı. Doyasıya öptü… öptü… Sürdürdü konuşmasını ağır ağır…
“Biliyorum, heyecanla bekledin dünyaya gelmemi! Kime ne kadar benzeyeceğimi merak ettin büyük bir coşkuyla… Daha doğmadan birlikte yapacaklarımızı hayal ettin durmaksızın. İlk gülüş… İlk bakış… İlk adım atış… İlk doğum günü pastası… İlk dışarı çıkış… Beni elimden tutup çocuk parkına götürecek, tahterevallinin bir ucuna ben diğer ucuna sen binecektik… Birbirimizi büyük bir zevkle havalarda hoplatacaktık… Bir o kaydırak, bir bu salıncak derken zamanın nasıl geçtiğinin ayrımına varmayacaktık… Arkadaşlarımla sokaklarda yorulana kadar oynayacak, belki de yaramazlıklarımla seni canından bezdirecektim. Sonra da ilk okula başlayış, ergenlik derken benim kanım deli deli akacak, sen hazan mevsiminin rüzgarına kapılıp gidecektin. Engelli olarak dünyaya geleceğimi aklının ucundan geçirmedin. Bazen bu düşünce düşse de usuna, hemen aklından kovuverdin. “
“Can annem! Canım annem! “
“Uzun kış gecelerimin ısıtan yıldızı!”
“ Öyle bakma bana mahzun mahzun! Dünyaya gözlerimi “sağlam” bir çocuk olarak açsaydım dünyanı çiçek bahçesine çevirirdim belki… Çünkü, sen de sinek vızıltıları içinde büyüdün bu dünyada… Öğretilenlere göre biçimlenmişti düşüncelerin… Buğulu gözlerinde güneş ışınları açsın artık… Kirpiklerin titremesin bana bakarken… Lanet etme yazgına… Yüreğine düşmesin acının izdüşümü… Hastalıklı, eksik, rahatsız, “anormal” değilim ben… Engelli olmam trajedi değil… Nasıl bu kadar kör, sağır olabilirsin! Dünyayı cehenneme çevirenlerin oynadığı trajediyi görmezsin! “
“Savaş, açlık, yoksulluk, sömürü, şiddet, ırkçılık insanlık bedeninde bir kanser… Öyle ki, tüm hücrelerindeki dokularda büyüyüp çoğalarak dünyayı felaketlere sürüklüyor… Bu savaşlar ne için çıkıyor? Maddi ve siyasal çıkarlar için… İnsanlar ne için öldürülüyor? Sen Kürtsün… Ben Türküm diye… Kadınlar ne için öldürülüyor? “Kadın namusumdur” diye çekiyor tetiği ataerkil düzenin holiganları… Radyo ve televizyonlarda benim gibilerin dünyaya gelmesinin önlemek için testler yapıldığını duyunca içim ürperiyor. Engelli çocuğunu aldıran ana-babaları görünce deli olasım geliyor. İnsan kendisinin peydahladığı bir çocuğun nasıl katili olur? Bu düşünceler sağlamlık ideolojisinin bir piçi… Yoksa nasıl kıyar insan kendi öz yavrusuna! Engellileri öldürme hareketi nasıl görmezden gelir insanlık? Kör, sağır, topal onlar mı yoksa! Nerde kaldı insanın birliği, bütünselliği! Biz o bütünün parçaları değil miyiz? “
“Bu ne kokuşmuşluk… Bu ne çürümüşlük… Kim haklı, kim haksız belli değil… Dünyayı zindana çevirenler, zafer çığlıkları atıyor! Yeti yitimi olanlar, hurdaya çıkarılıyor! Acınan kim! Acınacak olan kim! Belli değil! “
Odanın bir köşesinde suspus oturan babasıyla göz göze geldi çocuk… Kızgın ve öfkeli babasının yüreği bir iç ateşiyle yanıyor… Engelli çocuğunu toplum içine çıkarmaktan utanıyor… Suçluluk duygusu öylesine sarmış ki benliğini… Kimseyle konuşamaz olmuş, dünyayla bağlarını koparmış.
Babasının gözleri panzer… İçi yanıyor alev alev… Birdenbire babası çocuğa arkasını döndü… Çocuk gücendi babasına… Başladı konuşmaya…
“Kaşları kara babam! Yüreği yaralı babam! “
“Sen bana böyle davranınca içim sızlıyor… Tüm cesaretim kırılıyor… Biliyorum! Beni görünce dünyan karardı. Senin için müjdeli haber “sapasağlam” bir çocuktu… “Engelimi” görünce yüreğin burkuldu. O günden beri sararıp soldun. Dünyayla ilişkini kesip kendini vurdun yalnızlığa. Sonra da bir AİDS’li gibi kaçtın benden zamansız ve mekansız… “
“ Beni neden başka çocuklarla karşılaştırıp depresyona giriyorsun? Sen kendi kendine neyin kavgasını veriyorsun? İnsanlar, mal, makam, güç, para için tüm kötülükleri yapıyorlar. Evi, barkı, parası oluyor da yine gözü doymuyor. Parasını bir başkasıyla bölüşeceği yerde, biriktiriyor da biriktiriyor. Sonra da insana düşman oluveriyor. İyi de ben sana ne kötülük ettim de bana düşman kesildin? Bir organım yok diye mi tüm kinin? Babayı çocuğa düşman eden bu anlayışın nesi güzel! Kaçma benden canım babam! Gel, bu anlayışı değiştirelim derim ben… Dön yüzünü yüzüme… Ver elini elime… Zehir etme yaşamı kendine… “
“Tarihten gelen yılanlar çöreklenmişse başına! Bunun suçunu niye yüklersin bana! Engelimi kabul etmemen önüme koyduğun güçlü bir bariyer! Bırak! Yüreğini yüreğime ! Bariyerlerden atların ben! Benden utanman için insana hangi kötülüğü ettim! İnsanlık yoluna canımı veririm! Gözlerimin içine bak baba! Ben çorak bir toprak değilim. Yoksa, bunca ayrıkotunun arasında nasıl yeşeririm!”
“Sevmenin azı çoğu olmadığı gibi “sağlamı” “sakatı” da olmaz. İçselleştirmiş sağlamlık ideolojisinin beğenilerini… Körleştirmişsin yüreğini… Kendini aldatma sanrılarla… Gözlerini aç aydınlığa… “
“İnsanları dil, din, ırk, etnik köken, sakat-sağlam diyerek bölen… “
“Güzel, çirkin diye etiketleyen… “
“Tüm bunlara ihtiyacımız yok bizim… Benim varlığım sizlerin varlığıyla anlamlı… Asıl siz olmadan yarımım ben… Yanlışlarla yazma yazgımızı… Sevgini kalbime diktim büyüsün diye… Ulaşılmaz kılma kendini… Yangınlara sarma beni… Sev beni… sev beni”
Çünkü, “ben de insanım” dedi çocuk…
Dudak büktü küçük kardeş engelli çocuğun söylediklerine… Haset mühür vurmuş yüreğine… İçi kıskançlık ateşiyle yanıyor… Tüm herkes karındaşını kolluyor… Bu sevimsiz şey, herkesin ilgi odağı! Kadir Gecesi’nde mi doğmuş ne! Kan kardeşinin pohpohlanması canını sıkıyor… İçini azgın bir tiksinti kemiriyor…
Engelli çocuğa değer verip ötekini ayırmanın mantığı ne! Sürüm sürüm sürünüyor yüreği lağım sularının derinliklerinde!
Sakat kan kardeşine sinirlenmesi yasak! Hep mülayim kardeş rolünü oynayacak! Bıktı artık korkak gibi davranmaktan… Karındaşının gölgesi olmaktan!
Annesinin gönül tahtına oturması için bir yerini mi sakatlasa! Baldan tatlı sözlerin hatırına! Ciddi bir eksikliği olan kardeşe sahip olmak dünyanın cehennemi… Bu aşağılık şöhret eritiyor içini… Engelli karındaşından nefret ediyor… Onun varlığıyla tüm kişiliği siliniyor…
“Bana hiddetlenmene gerek yok “dedi çocuk usulca kardeşine… “Biliyorum, benim varlığım yaşamını altüst etti. Ama bir bilsen! Bu gördüğün karındaşın neler çekti. Engelliyim diye gereğinden fazla korunmak kimi kez onurumu incitti. Kimi kez, yaşam becerilerimi köreltti. Yere kapaklandığımda ilginin merkezinin ben olduğunu mu sanıyorsun! Bana acıyan gözlerle karşılaşmanın ölüm olduğunu bilmiyorsun!
“Acımak” tarlalarda biten acı, sütlü ot! Ruhları iyileştirmeye yarayan bir felaket! Güzel sözlerle sakatlığımı görmezden geliyorlar… Sıçanotlarıyla yaşamımı zindana çeviriyorlar… Beni ben olduğum için kabul etmemek içler acısı bir yıkım… Asıl komedi bu sevgili karındaşım! Hiç ister miyim ana-babaların çocuklarını ayırmasını! Birini daha çok sevip ötekini dışlamasını! “
“ Sen alay edilen, horlanan, ezilen bir sakatın kardeşisin… Gönlümde bir ecenin yerindesin… Hayır, bedenimden utanmıyorum! Kendini bilmeyen insanların aczinden utanıyorum… İkimiz de hasta anlayışların kurbanlarıyız! Ne sen ne de ben bir yarıştayız! Yumuşasın çelik gibi sinirlerin! Kapkara bir geleneğin altında erimesin belleğin! Akrabalık bağları kopmamalı… Sevgi suları insandan yana akmalı!”
“Ben de insanım” dedi çocuk… Nefes alan, yaşamın canlılığını duyan, yaşamın gücünü iliklerinde duyumsayan, sevmeye ve sevilmeye can atan, yaşamın güzelliklerini kana kana içmek isteyen…
“İnsanlar dış görüntülerinden dolayı birbirini itmemeli… Tüm insanlar ana-baba, kardeş olmalı… Boynu bükük kalmasın insanlığın başı! Kulaklarımda yaşamın bitmez tükenmez güzel hışırtısı! Engellilere yok sayan “sağlamcıların” boyunduruğundan kurtulalım… Engellileri de içine alan bir dünya kuralım… Birlikte olmanın hazzını doya doya yaşayalım… “
“Ben de insanım” diyerek gümbür gümbür bağırdı çocuk… Dört duvar odanın içinde çıktı, kapalı kapıları ardına kadar açtı, özgürlük yolunda ilerledi geleceği oluşturmak için…