Geçen gün yanımdan geçen bir ‘’Kompressor’’den sonra birden altımdaki düldüle dedim ki; ‘’Anladık O otomobil de sen nesin? Sen otomobilsen peki O ne?’’ Oysa hiç lüks araba tutkum olmadı bu güne kadar… En iyi araba nitelemelerim hala: Benim olmalı, az yakmalı ve yeni olmalıdır… Fakat bir anda kendimi leyleğe binmişim gibi hissettim… Olmazdı hiç bana böyle şeyler… Sanırım dışarıda esen sert poyrazın etkileri bunlar… Yoksa bir ”merso”nun yapacağı şey değil bunlar bana… Soğuk dağıtıyor bence insanı…
Üstelik bu olaydan sonra gittiğim sahilde de benzer düşüncelerin saldırısına uğradım… Akdeniz kıyısındaki şu cennet koya kurulmuş Antalya’da sahilde biralanıyorum… Üstelik dışarısını soğuk sanıp arabanın kaloriferini çalıştırıyorum… Bu hayattan hiç şikayetimin olmadığını anlıyorum o an… Hayat bu diyorum… Peki hayat buysa, Van’da kar altındaki çadırda yaşanan şeyin adı ne? Van’daki hayatsa, Antalya’daki yaşamın adı ne?
Sonra son dönemdeki ülkemiz gündemi geliyor aklıma… Bir yandan Fransa’yı temel özgürlükleri yok ediyorsun diye topa tutarken, aynı günlerde katledilmelerine yeşil ışık yaktığımız ve faillerini yüreklerimizde alkışladığımız bir sürü insanın davaları geliyor gözüm önüne… Bireysel özgürlükten ne anlıyoruz acaba diyorum? Yaşama hakkı mı öncelikli yoksa kendini ifade edebilme, yayabilme, konuşabilme hakkı mı öncelikli? Bakmayın siz böyle dediğime, saçmaladığımın farkındayım ama yine de böyle düşünüyorum ne yapayım? Özgürlük İsveç’te Belçika’da aynı adla anılıyor… Oradaki özgürlük anladık da burada yaşadıklarımız ne? Burada yaşananlar ileri demokrasi özgürlüğü ise orada yaşananlar hangi demokrasinin eseri acaba?
Ayaz ve poyraz bizi yalnızlaştırıyor… İnsan yalnız kalınca da böyle saçma sapan düşüncelere dalıyor işte… Asileşiyor resmen insan… Hani demişti ya bir büyüğümüz; bu kış gelecek komünizm… Şimdi daha iyi anladım, yazın hele hele Temmuzda niye gelmezmiş komünizm…
Yok abi olmayacak böyle… Acele gel Temmuz! Sıcakta çıplaklığın, terin ve denizin hatta karpuz peynirin bizleri eşitlediği günleri özledim ben…