Bugün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü…
Günlerden Cumartesi… Gökyüzü pırıl pırıl… İnsanın içini ısıtan bir güneş varsa da, soğuk hava hafiften kendini duyumsatıyor…
Dünya Engelliler Günü’nü kutlamak için değil,
Engellilerle ilgili kanunların yaşama geçirilmesi,
Hükümetlerin çeşitli yönetmeliklerle kaşıkla verip kepçeyle elimizden aldığı haklarımızı yeniden elde etmek için,
Baltazar Modeli’ni çöpe atmak için,
Medikal ihtiyaçlarımızın devletçe karşılanması için,
Engellileri siyaset malzemesi yapan, duygu sömürüsüyle onları kullanan her türlü zihniyeti kınamak için,
Engellileri yok sayan kalıpları kırmak için,
Bu toplumda “biz de varız” demek için,
Galatasaray Lisesi önünde toplanıp Taksim’e doğru yürüyeceğiz. İstiklal Caddesi mahşer yeri gibi kalabalık… Yüzyıllık tarihi binalar… Işıl ışıl alışveriş pasajları… Vitrinlerinde insanın iştahını açan çeşit çeşit sütlü tatlılarıyla muhallebiciler… Herkesin bütçesine uygun büfeler… Yarı aydınlık türkü barlar… Önünde kocaman film afişleri olan sinemalar… Her biri yıldız gibi parlayan kitapevleri…
İstiklal Caddesi, teni parlak bir kadın gibi karşımdan kırıtarak süzülüyor… Öyle ki, albenisi gizli… Kendine özgü bir devinimi var…
Tekerlekli sandalyeliler… Tek bastonlular… Çift bastonlular… Ortez ve protez kullananlar… Kısacası, tüm bedensel engelliler, Galatasaray Lisesi önünde birer ikişer toplanmaya başlıyoruz. Ellerimizde çeşitli dövizler… “ Sadaka değil, iş istiyoruz” , “ Özgürce yaşamak istiyoruz” , “ Sosyal devlet, sosyal adalet”, “ Parasız sağlık, parasız eğitim”, “Direne direne kazanacağız” gibi sloganlarla Taksim’e doğru yürümeye başlıyoruz.
İçimde bir burukluk… Bu kadar mıyız? Bir avuç içi kadar…
Nerde benim engelli dostlarım?
Sahi nerdesiniz?
Evlerinizde demir parmaklıklar ardında tutsak olduğunuzu biliyorum…
Ancak düşüncelerinize/bilinçlerinize kimler pranga vurdu?
Niye Taksim meydanını milyonlarla, yüzbinlerle doldurup sloganlarımızla gümbür gümbür inletemiyoruz?
Niye haklarımızı korumak ve elde etmek için bir araya gelemiyoruz?
Niye tek beden, tek yürek olamıyoruz?
Niye örgütlü bir topluluk değiliz?
Evet, bu ülkede sivil toplum örgütleri, kendilerine düşen görevleri ya da işlevleri tam olarak yerine getiremiyorlar… Mevcut sivil toplum örgütleri, kitle örgütü olmadığı gibi hükümetler üzerinde bir baskı grubu da değil… Ayrıca, toplumumuzun her kesiminde olduğu gibi bu toplulukta da bir güven bunalımı sorunu var. Ne üyeler dernek yöneticilerine ne de yöneticiler kendi üyelerine güveniyor. Bu da engellilerin tam olarak örgütlenememesine yol açıyor. Kişiler birbirleriyle uğraştıklarından engelli sorunlarını göz ardı ediliyor. Dernekler kişisel çatışmaların olduğu örgütlere dönüşüyor.
Sonuçta hasretiz yaşama…
Masmavi gökyüzündeki pamuk tarlalarına…
Hasretiz yeni bir günü sımsıcak gülüşleriyle karşılayan güneşe…
Bir şarkı tutturarak çağıl çağıl akan ırmaklara…
Gelinciklerin, beyaz zakkumların, mor leylakların, ebegümeçlerinin, papatyaların, yoncaların dans ettiği çimenlere…
Bir kabarıp bir duran hırçınlaştıkça hırçınlaşan turkuaz renkli denizlere…
Kızgın kızgın toprağı döven yağmur damlalarına…
Fırtınayla el ele verip tüm evreni usta bir ressam gibi beyaza boyayan karlara…
Hasretiz yaşama…
Yalnızca seyretmekle yetiniyoruz…
Tutsağız hapishanelerimizde…
Zaman soğuk bakışlarıyla bizi izliyor ötelerden…
Yaşam akıp gidiyor hareket halindeki bir taksimetrenin yanıp sönen ışıkları gibi…
Oysa o ışıklar bir sevgilinin nefesi kadar yakın bizlere…
Uzatsak elimizi yakalayacağız…
Mıhlanmış kalmışız olduğumuz yere…
Bir 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nde…
Yüreğimin yarısı kaldı Taksim’de…
Sessiz çığlıklarım kaldırımlarda can çekişirken…
Tutsak etmemeli özgürlüğü insan…
Uyanmalı… Düşmeli yollara…