GÜNEBAKAN İLE SOKRATES

Ayçiçeklerini pek severim. Bir diğer adıyla “günebakan çiçekleri” denir onlara. Dilimizde “ayçiçeği” demek daha çok kullanılsa da ben “günebakan” demekten hoşlanırım. Güne bakmaları içime bir sıcaklık verir.

Günebakanların her birini, bilge güneşin karşısında öğrenen öğrencilere benzetirim. Tarlalarda görmüşsünüzdür. Sıra sıra dizilidirler. Başlarını kaldırmışlardır gökyüzüne doğru. Tüm dikkatleriyle güneşin öğretiklerini dinlerler. Saygılı bir suskunluk içindedirler. Yaprakları kıpırdadığında soru sorarlar. Her yanıtlanan sorudan sonra bir dirhem daha boy verirler.

Akşam olunca, bilge güneş öğretmekten yorulup dinlenmeye çekilir. Günebakanlar öğrendiklerini geceleri sindirirler. Bilgiyle büyümenin huzurlu uykularına dalarlar sonra. Öğrendikçe olgunlaşırlar. Olgunlaşma büyüme olsa da; öğrendiklerinden sonra kibirden uzaklaşıp alçakgönüllü uyanırlar ertesi sabaha. Çekirdeklendiklerinde, başlarının eğik olması bu yüzdendir. Çekirdeklerinin ağırlığı , bilgilerinin ağırlığı kadardır. Bilgilerinin ağırlığıncadır eğilmeleri. İnsan türünün alçak, cahil , köle eğikliğine benzemez.

Bilge güneş, özgürlüğü anlatmıştır günebakanlara. Özgürlük için bilgili olmak gerekir. Bilgili olan, nerede ne kadar eğileceğini, nerede eğilmeyeceğini bilir. Günebakanlar öğrenmişlerdir fazla eğilmenin yaşamak olmadığını. Fazla eğildiklerinde kırılır belleri. Kökleri toprakta olsada , güneşin yüzünü bir daha göremezler. Ölüp giderler.
Sokrates’i kim bilmez. Günebakanlar’ın öğrendiği ilk filozoflardandır. Antik Yunan’da felsefenin kurucusu olarak kabul edilen Sokrates’i ölümsüz kılan, ne kadar eğilip ne kadar eğilmeyeceğini bilmesi değil midir?

Öğrencisi Platon’un aktardığına göre Sokrates’in bir dostu bir kahine sorar : “Sokrates’ten daha bilge biri var mıdır?”. Kahin bu soruyu “ Sokrates’ten daha bilge olan biri yoktur” diyerek yanıtlar. Kehanet Sokrates’in kulağına gelir gelmesine de bu kehanete inanamaz. “Ben hiçbir şey bilmiyorum ki” der. O dönemde Atina’da parayla zengin çocuklarına felsefe öğreten Sofistlere sorular sorar. Sokrates , felsefenin parayla öğretilmesine karşıdır. Sorduğu sorularla Sofistlerin bir şey bilmediklerini ortaya çıkarır. Sofistlerin saygınlığına gölge düşürür. Günümüze kadar “tek bildiğim bir şey bilmediğimdir” sözüyle gelen Sokrates, bilginin sonsuzluğunu görmüştür. Öğrenmenin hazzıyla yaşamıştır. Devlet adamlarının, ozanların, zanaatçıların, sofistlerin bilmedikleri halde bildiklerini sanmalarını görmüştür. Onların bilge kişiler olmadıklarını kanıtlamaya çalışınca bir çok düşmanı olur. Sokrates’i bilge yapan “ tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir” demesidir. Sokrates bu kadar alçakgönüllüdür. Bilginin karşısında eğilir.

Cehaletin karşısındaysa eğilmeyip dik durur. Tarihe geçen “Sokrates Savunması” okuyanın tüylerini ürpertir. Atina’da o dönemde çok tanrılık vardır. Yunan tanrılarının birbirleriyle neden tartıştıklarını, zıt fikirlerde olduklarını sorgular Sokrates. Bilgeliği, cehaletin karşısında dikkat çeker. Gençleri yoldan çıkarmak, tanrılara karşı gelmek gibi cahil suçlamalarına uğrar, mahkum edilir. Mahkemedeki savunmasında cezalandırılmasının asıl nedeninin, “kendisini suçlayanlar önünde eğilmemesi” olduğunu söyler. Kendisine üç cezadan birini seçmesi söylenir. Para cezası, sürgün ve idam…Para cezasını ödemeyeceğini söyler. Dilini tutamayacağı için başka yere sürgüne gitse de aynı davranacağını söyler. İdam cezasını seçer. Bir bayram nedeniyle idamı otuz gün ertelenir. Bu otuz gün içinde dostları kendisini hapishaneden kaçırmak ister. Sokrates kabul etmez. İdam edilirken baldıran zehirini kendisi içer. Suçlu olmadığı halde, M.Ö 399 yılında idam edilen Sokrates, o tarihten bu yana yaşıyor. Sokrates’i yaşatan gerektiğinde eğilmemesi olmuştur. Bilgeliği, cehaletin karşısında eğilmemiştir. Mahkemede yalvaran insanlara alışkın olan yargıçlar istediklerini alamamışlardır. Sokrates’in kendi önlerinde diz çökmesini, eğilmesini sağlayamamışlardır.

Yaşamın anlamını tartışır durur kimileri. Bana öyle geliyor ki yaşamın anlamı bilginin önünde eğilmektedir, cehaletin karşısındaysa dik durabilmektedir. Bir kitaptan ezberlenmiş bilgi yığını olmak değil bilgili olmak. Bilgiyi içselleştirmektir, yavaş yavaş sindirmektir. Bilgiyi insanlık yararına kullanabilmektir. İnsanlık zararına olana da karşı olabilmektir.
Sokrates aramızda, yaşıyor. İnliyor “tek bildiğim bir şey bilmediğimdir “sözü. İnliyor ama biz bilgisizliğimizle ilişkili olmadığını sanıyoruz hayatlarımızdaki sorunların. Eğer bildiğimizi kabullenmeseydik ölür müydü bugün çocuklar? Eğer bildiğimizi kabullenmeseydik sürüklenir miydi yerlerde insan cesetleri? Eğer bildiğimizi kabullenmeseydik, doğru habercilik yaptığı için hapse tıkılır mıydı Can Dündar, Erdem Gül? Eğer bildiğimizi kabullenmeseydik kuruş verir miydik yalancı ve cahil gazetelere? Eğer bildiğimizi kabullenmeseydik ırkçılık beslenebilir miydi bu topraklarda? Eğer bildiğimizi kabullenmeseydik , din tacirleri kendi çıkarlarını “Allah” diyerek satabilirler miydi ? Eğer bildiğimizi kabullenmeseydik asgari ücret köleliğini yaşar mıydık? Mezarda emeklilik dayatmasıyla geçen ömürlerimiz heba olur muydu? Eğer bildiğimizi kabullenmeseydik engelli olmak durumuyla karşılaşır mıydı engelliler? Eğer bildiğimizi kabullenmeseydik cehalet yönetebilir miydi bizi? Eğer bildiğimizi kabullenmeseydik adaletin, erdemin, ahlakın ne olduğunu öğrenmez miydik? Eğer bildiğimizi kabullenmeseydik sokaklarda dilenenler varken zenginlik içinde sefa sürenler olur muydu? Eğer bildiğimizi kabullenmeseydik?…

Sokrates aramızda. Milyonlar, cehalete yapışmış sımsıkı. Cehaletin elini, eteğini öpüyor. Cehalet içindeki din adamlarının fetvalarını dinliyor. Diyanet Kurumu, babanın kızına karşı şehvet duyabileceğini söylüyor. Ananın dizinden tahrik olunabileceğini söylüyor başka bir din görevlisi. Çirkeflik, yozlaşmışlık diz boyunu geçmiş. Sömürüden, hak yemekten sözetmeyen din hocalarının peşine takılıp gidiyor kitleler. Çalıp çırpan ülke yöneticilerini normal gören bir halk kitlesi oluşmuş. Ana avrat küfrediyor erkekler. Hak, hukuk, eşitlik, adalet sözcükleri ağızlarda değil. Ağzına alanlar da hain, terörist karalamalarına uğratılıyor.

Ülkede kan akıyor. Savaşta çocuklar, gençler, askerler, polisler, kadınlar öldürülüyor. Kandan beslenenleri görmüyor cehalet içindeki milyonlar. Bilim, bilgi değerden düşürülmüş. 1100 akademisyen , ülkede yaşanan savaşın durması için bir bildiri yayımlıyor. Ülkenin akademisyenleri, bilimcileri “aydın müsveddeleri denilerek değersizleştiriliyorlar. YÖK, haklarında hukuksal işlem başlatacağını açıklıyor. Bir karanlık kişi, akademisyenlerin bildirisi üzerine “kanınızla duş alacağız” diyor. Televizyon programına bir kadın öğretmen bağlanıyor. Özünde “ çocuklar ölmesin, lütfen ses verin” diyen bir konuşma yapıyor. Yer yerinden oynuyor. Çocuklar öldürülmesin, kan akmasın diyenler soruşturmalara uğruyor.Açık açık “kan akıtacağız” deme cesaretini bulanlar ortalıkta fetva veriyor. Sokaklar güvenli değil. Nerde ne zaman patlayacağı belli olmayan bombalar , ne zaman canımızı alacak bilmiyoruz.

Sokrates aramızda. Bilginin önünde eğildiği için. Cehaletin önünde eğilmediği için. Sokrates idam edildi. Adaletse, kötü ve suçlu olanları, kötü olmaya mahkum etti.

“Ne var ki Atinalılar, ölümden kurtulmak değildir belki de asıl zor olan; kötülükten kaçınmak çok daha zordur; çünkü ölümden hızlı koşar kötülük. Bugün, bu ikisinden yavaş olanı, yavaş ve yaşlı olan beni yakaladı. Ayağına çabuk kötülükse, güçlü ve hızlı suçlayıcılarımı. Şimdi ben, sizin tarafınızdan ölüme mahkum edilmiş olarak çıkacağım buradan, onlarsa gerçek tarafından kötü ve suçlu olmaya mahkum edildiler; ben yetiniyorum cezamla, onlar da kendilerininkiyle yetinsinler. Belki de böyle olması gerekiyordu ve her şey olacağına vardı sonunda.”

Günebakan bir tablonuz olsun evinizde.
16.01.2016

Yorum yapın