ÖLÜME ALIŞMAK

Gün geçmiyor ki askerlerin, polislerin ölüm haberlerini almayalım. Bazı gün bir, bazı gün iki, en son üç askerin ölüm haberi deldi geçti yüreğimizi.

Terör için komisyon kurulmasına ret oyu verenler, nasıl tatiliniz iyi gidiyor mu? Belki de bu düğün mevsiminde oğlunuzu evlendiriyorsunuz bilmem kaç yıldızlı otel salonlarında. O askerlerden biri de nişanlanacaktı eğer şehit olmasaydı… Birinin bebeği doğacak yakın zamanda. Baba kokusu duymadan büyüyecek.
Duyuyorum; taziyeleriniz var dolu dolu. Terör, taziyelerle geçiştirilemez. Yapılacak şey, bir benden, bir senden hesabıyla hareket etmek değil bir an önce çözüme ulaşmaktır. “Yılların sorunu çözülmez” diyenler o zaman çözüm sürecini bir parmak bal olarak niye ağızlara çaldılar?

Madem en başa dönülecekti neden bu kadar vakit geçirildi? Kim dönek? Dolmabahçe mutabakat mı, değil mi? Çıkarlar, insan canının üstüne çıktığı zaman her şey bitiyor. Kimse “ben bu vatanı düşünüyorum” demesin. Geçen gün gördük işte nasıl ret oyu veren ellerin kaldırıldığını. Derdiniz ne? “Gelin konuşalım dört parti” deyip de bir komisyonun kurulmasına bile yanaşmamak neyin nesi? Halk vekâlet verdiyse iyi, güzel bulunsun diye vekâlet verdi. Benim vekilim, benim yerime iyiye, güzele karar verir diye. Memleketin her gün acı haber duyacak bir hale getirilmesine, gencecik evlatların hunharca öldürülmesine, halkın bir yere giderken bir olay olur mu diye düşünmesine seyirci kalsın diye değil.

Orduda görevli bir arkadaşım var. Arkadaşım derken oğlum yaşında bir genç asker. “Sıra bize ne zaman gelecek kim bilir, daima hazırız bu vatan için can vermeye bilesiniz” diyor. Öylece kalakaldım. O şehit fotoğraflarına suçluymuşum gibi bakamazken bir de o sözlerle bu kez kendimi gerçekten suçlu hissettim.

Herkesin bu sonuçta bir payı var. Bunu kabul etmeliyiz. Belki de iyiniyetli oluşumuzdan ama suçluyuz işte. Politikanın nasıl kirli bir şey olduğunu unutup çarka kaptırdık kendimizi. Kötünün iyisine razı olmayı tercih etmek zorunda bırakılmamıza biz sebep olduk aslında. Geçici rahatlıkların ülkenin kalıcı huzursuzluğuna yol almasına seyirci kaldık. Elimizi taşın altına sokmaya çekindik. Onlar bize bağlı olacaklarına biz politikacıların elinde oyuncak olduk. Geçim derdi yükledikleri omuzlardan faydalanmalarına izin verdik. Abandıkça abandılar üstümüze.

Ve bugün öyle bir hale geldik ki… Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun klasiğinde yaşar olduk. Her gün gelen şehit haberlerini kanıksadık. Ölüme alıştık sanki. Aynı öldürenler gibi… Farkımız ne kadar; bilemiyorum.

Peki, ya kor düşen evler, yüreği alev analar… Savaşta (evet, artık savaş demek gerekmiyor mu?) her şey mubah; değil mi? Düşman kabul edilmiş bir devlet var ve devletin mensubuysa o askerler, polisler öldürülmeliler. Mantık bu. Tek suçları asker, polis olmak. Hatta trafik polisi olmak… Hani sınır diye bir şey vardır ya. “Burama geldi” denir. Evet, buramıza geldi artık. Atınca mangalda kül bırakmayanlar; bir an önce yapılması gerekeni yapmalı. Anlaşıldığı gibi bu iş kamp bombalamakla olmayacak. “Ne yani koskoca devlet teröriste mi boyun eğecek?” diyecekler daha önce bazı yolları tercih etmeyeceklerdi o zaman. Bir şekilde bu kan dökmeler bitmeli. Ülkeyi belirsizlik içine sokup bazı planlarına alet edenlerden hesap sorulmalı.

Not: Bu yazımdan “sadece askerler, polisler mi ölüyor?” diye kendilerine göre sonuçlar çıkaranlara diğer gazetem Efece Haber’deki köşe yazılarımı okumaları salık verilir…

Yorum yapın