Günde 4000 kalori gerekiyor madenciye. Çünkü en ağır işçiliği yapıyor. Haftada 7 gün. İzin almak zorunda kalırsa maaşından kesiliyor. Maaş mı? 1500 lira ortama… Hepsi çoluk çocuk sahibi. Bir odalı evde yaşayanlarını gördüm televizyonda. Yemek parası veriyorlar onlara. Günde 3 lira… Evden getiriyor yemeğini. Ne getirebilir o maaşla siz düşünün artık. Suyu var yanında; onunla dolduruyor midesini. Şimdi o su, mezarının başucundaki testide yine onun en yakın arkadaşı olarak duruyor.
Günler geçtikçe konuşmaya başlıyor madenciler Soma’da. Fiziki, maddi, manevi şiddet diz boyuymuş ocakta. Yok denilen taşeronlar birer birer ortaya çıkıyorlar.
Madenci çaresiz. “Tekrar dönerim ocağa” diyor.” Kredi borcum var. Başka yapacak iş yok. Hayvancılık, tarım hep öldü.” Donup kalıyorsunuz öylece. Çocukları okusun istiyorlar. Kendileri gibi olmasın. Ama o hayalleri bile maden ocağı ile sınırlı. “Benim gibi olmasın okusun maden mühendisi olsun oğlum” diyor madencinin biri. O kadar sınırlandırılmış, o kadar at gözlüğüne mahkum edilmiş ki hayatının en büyük hayali yine maden işte. Ocakta 5 maden mühendisi öldü oysa.
Ya çizmelerini sedye kirlenmesin diye içinde bulunduğu şartlarda bile çıkarmak isteyen o güzel yüreğe ne dersiniz. O güzel yürek, davranışının altında yıllarca üstüne örtülmüş ezilmişliğinin de olduğunun farkında değil. Aynı ocaktan kurtarılan madencinin baretim üzerime zimmetli diye o esnada baretini araması da aynı şey değil mi?
Soma’ya gelen gönüllü gençler çöp topluyorlar, ailelerle konuşuyorlar, mezarları sulayıp çiçeklerle süslüyorlar. Mezardakiler yaşarken görmedikleri ilgiyi ruhları ile hissediyorlar.
Yarı aç yarı tok yaşadın. Emekli oldun para yetmedi yine madene indin. İhmaller zincirini gördün; ha bugün ha yarın dedin katlandın. Sonra gün geldi öldürdü seni o ihmaller. Yetmedi canlı görünesin diye battaniyeye sardılar seni. Ağzındaki oksijen maskesinin hortumun açıktaki ucu ele verdi onları. Ayaklarındaki yırtık çoraplarına kurban olsunlar diyeceğim madencim, işte böyle bizim memlekette insana verilen değer.
Seni alıp zorunlu olarak mitinglere götürenler, sana baskıyla oy kullandıranlar gayet rahat oturuyorlar. Çocuklarına bakacaklar merak etme. Karınları doyacak çocuklarının ama ömürleri boyunca sana “baba” diyemeyecekler. Analar oğullarının kokusu bir nebze duymak için geride kalan elbiselerini koklayıp sarılacaklar. Soma faciasının takdir-i ilahi, kader olduğuna inandırılacak çoğu insan.
Madene bile inmeden denetleme yapan denetçiler horul horul uyuyacaklar. “3-4 ay sonra olsaydı bu olay; yaşam odası yapacaktık” diyen maden sahibi yaşamına devam edecek hiçbir şey olmamış gibi. Birkaç kişi tutuklanacak; birilerinin açıklarını kapatmak üzere mahkum edilecekler.
Ve meclis harekete geçecek. Vaktiyle verilen önergelere “hayır” dediğini unutturacak önlemler alacak bundan sonra.
Yani “ölen öldü; kalan sağlar bizimdir”e devam…