Yaşamak nedir? Yalnızca nefes alıp vermek mi? Yoksa yemek, içmek, eğlenmek mi? Yaşamak, uyumak, uyanmak, bir gün uyanamayacağını bilmek mi? Yaşamak güneşin doğuşunu görmek mi? Sabahın ilk saatlerinde kuş cıvıltılarını dinlemek mi? Yaşamak tüm güzellikleri yüreğinle duyumsamak mı?
2014 yerel seçimlerinde siyasette engellilere fırsat eşitliği verilmediğini, engellilerin yine göz ardı edildiğini görünce yaşamı sorgularken buldum kendimi…
Yaşıyorum, yaşıyorsun, yaşıyoruz!
Düşünme yetisi eksik olanlar da yaşıyor… Yaşamın bilincinde olanlar da… Bedeninin bir bölümüne egemen olamadıkları için toplumca “deli” gözüyle bakılan spastikler de yaşıyor… Sağlıklı bir bedene sahip olanlar da… Konuşamayan, duyamayan, düşündüğünü aktarmakta güçlük çeken sağır dilsizler de yaşıyor… Düşüncesini sözcüklere dökerek sohbet edenler de… Işığın katıksız etkisini göremeyen körler de yaşıyor… Doğadaki tüm renklerin cümbüşünü görenler de… Zengin olan da yaşıyor… Fakir olan da… Afrika’daki aç da yaşıyor… Türkiye’de tok olan da…
Açlığın, sefaletin, haksızlığın, ayrımcılığın olmadığı bir dünya düş mü? İnsanların öldürülmediği, savaşların olmadığı, engellilerin evlerine hapsedilmediği bir dünyayı yaratmak, onların haklarını göz ardı etmemek bu kadar zor mu?
Ayrımcılık masalarında üstleri çizilen engelliler
Önümüzde 2014 yerel seçimleri var. Mevcut siyasi partiler, belediye başkanı ve meclis üyesi adaylarını açıkladılar. Gelin görün ki, ne engelli bir belediye başkan adayı ne de meclis üyesi adayı gösterdiler. Kimi partilerde engelli meclis üyesi adayı varsa bile bu sayı bir elin parmaklarını geçmemektedir. Sözün kısası, engelliler yine siyasette yok sayıldılar, aday gösterilmediler.
Türkiye’de 8.5 milyon engelli olmasına karşın siyasi partiler, engellileri yine dışlamışlar,” tüm uçurtmaları biz uçuracağız”, demişlerdir. Çünkü erki ellerine geçirenler, engellileri halen ucube varlıklar olarak görmektedirler. İşlerine gelmektedir böyle düşünmek. Çünkü ortada paylaşılacak büyük bir pasta vardır. O pastayı hiç toplumun “sürüngenleriyle” bölüşürler mi? Sahte bir “sakat” “sağlam” kurgusuyla fiziki görünüş ön plana çıkartılmakta, tıp bilimiyle biyolojik farklılıklar gözümüzün içine sokulmaktadır. Sonra da sistemin yarattığı anlayışlarla yaşamını farklı yaşayanlar, biyolojik olarak geri görüldükleri için seçilme hakları gasp edilmektedir.
Engelliler yine ılık bir bahar rüzgarının esintisinden yoksun bırakıldılar. Kurulan ayrımcılık masalarında üstleri çizildi, mutluluğu bağırmaları engellendi. Eğer bir ülkede karar mekanizmalarında yoksanız, söz sahibi değilseniz, ocaklar tütmez, tabanlar buz keser. Yaşam içinde çırılçıplak kalırsınız. Çünkü, kendi yaşamınız hakkında ne kadar söz sahibi iseniz o kadar yaşamınıza sahip çıkabilirsiniz.
Zaman ayrımcılık zamanı… Sahi bu ayrımcılık ne ola ki?
Ayrımcılık: Eşit olmama durumu
Ayrımcılık çok kaba bir tanımla, temel olarak eşit olamama durumudur. Dil, din, ırk, etnik köken, kültürel, cinsiyet, renk ve sosyal mensubiyetler, fiziki görünüş bakımından bireylere eşit davranılmama halidir.
Bugün engelliler de dış görünüşleri itibarıyla en fazla ayrımcılığa uğrayan kitledir. Ne yazık ki, yasal ve hukuki düzenlemelere karşın engellilere yönelik ayrımcılık önemini korumakta ve yaşamımızın her anında karşımıza çıkmaktadır. Ayrımcılık bir insan hakkı ihlalidir. Temel değerlere yapılmış çok büyük bir saldırıdır. Ayrımcılık, toplumsal yaşamda egemen gruplara sunulan fırsatların bazı gruplara verilmemesidir. Bu yönüyle insan yaşamını doğrudan etkilemektedir.
Hiç kuşkusuz seçme ve seçilme hakkı en temel ve demokratik haklardan birisidir. Gelin görün ki, 12.5 milyon engellinin yönetimde temsil edilme hakkı mevcut siyasi partilerce engellenmektedir. Engelliler, ya toptan yok sayılmakta ya da seçilemeyecek yerlerden listelere konulmaktadır. Böylece yönetimde söz sahibi olmalarının önü kesilmektedir. Sonra da toplumsal yaşamın içinde görünmez olmaktadırlar.
Kağıt üzerinde eşitiz, pratikte değiliz
Her ne kadar gerek anayasamızda gerekse Birleşmiş Milletler’ce kabul edilen Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nde insanların temel olarak eşit olduğu varsa da, bu eşitlik pratik yaşamda uygulanmamaktadır. Engelliler dış kapının mandalı gibidir.
Birleşmiş Milletler’ce kabul edilen Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nde eşitlik ve ayrımcılığı düzenleyen yasaya göre, herkes ırk, dil, din, renk, cinsiyet, dış görüntü, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet gibi haklara saygı göstermekle yükümlüdür. Yasalar her türlü ayrımı yasaklamaktadır.
Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ndeki 2.maddede ayrımcılığa karşı korunacak haklar ele alınmaktadır. B.M. Engelli Hakları Sözleşmesi engelli hakları ile ilgili çok önemli ilkeler içermektedir. İnsanlık onuruna saygı gösterilmesi, hiçbir şekilde ayrım yapılmaması, farklılıklara saygı gösterilmesi, fırsat eşitliğine erişebilirlik gibi. Böylece engellilerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alınmaktadır.
Engellilerin diğer bireylerle birlikte topluma katılması öngörülmektedir. B.M. sözleşmelerinin dışında tüm bunlar deklarasyonlarda da vardır. Engellilerin ayrımcılığa uğramaması konusunda tavsiyelerde bulunulmaktadır. Oysa günümüzde engellilerin tüm hakları ihlal edildiği gibi seçilme ve temsil edilme hakları da ihlal edilmektedir.
Engellilerin temsil edilme iradesi çiğneniyor
Engellilerin temsil edilme iradesi ayaklar altında çiğnenmektedir. Eğer mevcut siyasi liderler, engellilerin son derece demokratik haklarını görmezden geliyor, engellileri yok sayıyor, onlara fırsat eşitliği vermiyorsa, nasıl demokrasiden söz edebiliriz? Yasalarımızda olan seçilme hakkı bir hakken engellilerin bu hakkının çiğnenmesi hangi eşitlik ilkesiyle bağdaşmaktadır?
Yasaları kim çiğniyor?
Türkiye’de 12.5 milyon engellinin genel ve yerel seçimlerde temsil edilmemesi eşit seçilme hakkımızın olmadığı anlamına gelmez mi? Bu eşitsizliği yaratan uygulamalar engellilere yapılan ayrımcılığın en üst noktasıdır. Yasalarımıza göre ayrımcılık yasaktır. Peki, bu yasaları kim çiğnemektedir?
Engelliler bugün siyasette kendilerine yer bulamadıkları, karar mekanizmalarında yer alamadıkları için koskocaman bir ekin tarlasının ortasında açlık sınırının altında, sefalet ve bitap içinde elleri, ayakları kelepçeli bir durumda, kapkaranlık yangın yerinin ortasında yaşamaktadırlar.
Yaşamak… yaşamak…
Yaşamak bu mu? Yaşamak yalnızca nefes alıp vermek değildir. Yaşamak, ucu bucağı görünmeyen dünyanın zenginliklerinden diğer insanlar gibi eşit bir biçimde yararlanmak, masmavi bir dünyanın altında o ışıklı cümbüşün yüzünüze düşmesidir.
Devlet birey için vardır. Bireyin her türlü hakkını korumak ve yaşama geçirmek yönetenlerin görevidir. Bu durumda, her türlü anti-demokratik uygulamalar konusunda engelliler kendi tarafını seçmek zorundadır. Ya demokratik uygulamalar ya demokratik uygulamalar… Çantada keklik değil oylarımız…