Bu benim ilk yazım. Elim durmadan memleket meselelerini yazmaya gitse de öteledim durdum günlerce. Bu güzel günde bari karıştırma Sevgi dedim ve her 23 Nisan’da aklıma gelen -ama nasıl gelen- anımı yazmakla başlıyorum sizinle olan yazı dostluğuma. Arada bir memleketten sitem ederim yine de sanırım. Ben bilirim kendimi…
Üçüncü sınıftayım. Yani ilkokuldayım. O zamanlar ilköğretim diye bir kavram yok. Zaten şimdi de yok ya. 4+4+4 gibi bir kaos içinde de, serbest kıyafet sarhoşluğunda da değiliz sizin anlayacağınız.
23 Nisan geliyor. Okulda bir telaş. Daha çok yavrukurt olunurdu biz küçükken. Bayılırdım o kıyafetlere. Ernesto Che Guevara model kahverengi beresi. Yakanın altından bağlanıp göğsümüze kadar inan fular. Kemer. Güzelce düğümlenmiş ip. Diğer ufak tefek aksesuarlar. Örneğin fuların iki ucunun içine sokulduğu aksesuar, minik yıldızlar falan.
Ne kadar çekerdi o giysiler beni. Bu yazıyı yazarken bakayım dedim kırk yedi sene olmuş. Unuttuğum var mı? İlave olan var mı? Açtığım sayfada şu yazıyordu: yeni yönetmeliğe göre düzenlenmiş izci kıyafetleri. Anladım onlar da “kim vurduya” gitmişler. Baktım ki etekler topuk hizasında değil hiç olmazsa. Devlet dairelerine kadar giren tesettür de henüz oraya kadar uzanamamış.
“Kimler izci olmak istiyor?” diye sordu öğretmenimiz. “Ben” diye atladım tabii. Resmigeçide de gidecekmişiz. Yaşasın! O güzelim selamı vereceğim yavrukurt olunca diye zıp zıp zıplıyorum sevinçten. Baş ve küçük parmaklarımızı avucumuzun içinde birleştirip üç parmağımızı bitiştirerek verilir ya o selam. Bende deneme üstüne deneme. Eve koşarak gidiyorum.
Okulla ev arası uzak. Şimdiki durak sayısına göre dört durak falan. Her gün bu yolu giderken içimden Allah’ım beni iyi ki Türk yarattın. Beni iyi ki Müslüman yarattın diye şükürler eden bir kız çocuğuydum ben. Bunları söylerken bir yandan da yolda gelen araçlarla yarış yapar örneğin bir ağacı kendime hedef alıp şu ağaca kadar bana yetişemez diye adımlarımı sıklaştırırdım seçtiğim arabaya inat. Şimdi de öyle oyunlar yaparım yollarda. O zamanlar Türklük sevincimi içimden niye söylüyordum bilmem; herhalde bu günler malum olmuş bana. Ben şimdi haykırıyorum o başka. Söylemeyenler, söylememizi istemeyenlere inat. Burada bir daha tekrar ediyorum. Ne Mutlu Türküm diyene.
Anneme konuyu pür telaş anlattığımda yüzü asıldı birden. “Kim bilir kaç paradır?” dedi. Hiç düşünmemiştim bunu. Velilerinize neden söyleyin demişti öğretmeniz o zaman anladım.
Akşam babama açıldı konu. Olmazmış… Küstüm. Hem de çok. Bütün gece ağladım. Kahvaltı da yapmadım sabah. Okula gittiğimde öğretmenimle göz göze gelmekten hep kaçındım. Bir de baktım teneffüste öğretmenim annemle konuşuyor. Beni görünce hemen yanına çağırdı ve anneme “böyle bir öğrenciye yavrukurt kıyafeti alınmaz mı?” demesin mi. Havalardaydım. Annem de öyle tabii. O sırada parayı falan unutmuş; kasım kasımdı kendisi.
Alındı yavrukurt kıyafetim. Günlerce seyrettim. Kız kardeşim aksesuarlarla oynamak falan istedi ama verir miyim hiç. Okulun bahçesinde resmigeçit provaları yaptık. Tabii normal önlüklerle. İlk kez 23 Nisan’da giyecektim yavrukurt giysimi ama evde kaç kez giydiğimi hatırlamıyorum. Beresinin lastiği o zamanlar ilkokul birinci sınıfa giden kardeşimin elinden çekiştirirken koptuğunda dünya başıma yıkıldı sanmıştım. Neyse annem tamir etti onu.
23 Nisan sabahı geldi. Anneannem ve kardeşimle kaldığım oda iyice serinlemişti. Dışarıdan cama vuran yağmur damlaları sanki yüreğimi deliyordu. Annem “bugün hiçbir yere gidilmez” dedi. “Resmigeçit falan olmaz bu havada”. “Olur, olacak” dedim. Hemen giydim yavrukurt kıyafetimi. Annem çıkarttırdı zorla. Altına bir kazak giydirdi. Boğazlı üstelik. Sarı sarı göründü yavrukurt kıyafetimin altından. Yapacak bir şey yoktu. Okula gittiğimizde kocaman bir otobüs bizi bekliyordu. Bindik, indik. Tekrar bindik. Otobüsün camlarının buğulanması gözlerimin buğulanması yanında hiç kalıyordu. Yağmurun kesileceği yokmuş. Resmigeçit iptal edilmiş. Son defa indik otobüsten. Kalbim kırık. Üzüntülüden öteydi halim. En son hatırladığım kare otobüs koltuğundan dışarıya ümitsizce bakışımdı.
Bu hüsrana uğradığım ilk seneydi. Sonraki sene yine aynı olaylar oldu. Daha sonraki seneyi bekledim heyecanla. Bu sene yağmazdı artık yağmur değil mi? İlkokul bitiyordu artık. Ama yavrukurt kıyafetim bana küsmüştü bu kez. Olmuyordu işte. Küçülmüştü. Üzüldüm mü? Şerbetlenmiştim artık. Üzüldüm sadece, kahrolmadım.
Ne zamana kadar… O sene o yavrukurt kıyafetimi kardeşim giyinceye kadar. Salına salına resmigeçitte yürüyünceye kadar. O izci selamını verinceye kadar. Hatta benim çektiremediğim fotoğrafı çektirene kadar…
Annem her seferinde “kısmet işte” dedi. Ama ben unutmadım bu kısmeti… Zaten albümdeki sırıtarak yürüyen yavrukurt kıyafetli kardeşimin fotoğrafı da unutmama da fırsat vermiyor hiç…
Sevgi ÜNAL
Sevgiciğim inanmayacaksın ama ağlayarak okudum yazını. Ben de zor edinmiştim o kıyafeti. Annem öğretmenle pazarlık edip kazanmıştı. Aksesuarları okul verecek, giysiyi annem dikecek. Öyle de oldu. Yağmur da yağmadı. Bakırköy meydanında şiir bile okudum o gün. Resmim de var. Keşke senin de olsaydı canım. Sonuç: Yazın çok dokunaklı. Yapmak istediğin buysa evet ağladım işte.
Yorumun için teşekkürler Özcancığım