Var olmanın kesin bir tanımı var mı? En azından benim açımdan mutlak bir tanımı yok. Kimi kez bir hüzün, kimi kez bir neşe, kimi kez bir acıda var olduğumu duyumsuyorum. Yani, insana ait ne varsa ordayım. Sözcüklerle istediğim gibi oynadığım, yaşamın esnek olduğu ama belirsiz olmadığı yerdeyim. Toplumsal ve bireysel sorunları ele alırken gerçekliğin tüm çıplaklığıyla parıldadığı dünyadayım. Öznelliğimi bir kenara bırakarak nesnel olanı anlatmak için gerçeklikle kucaklaştığım evrendeyim. Hani, kimileyin öfke, korku, sevinçlerim kuytuluklarda yakamı silkelemiyor değil! Kendi kendimi araştırırken insanı buluyorsam ve bu güçle yeniden… yeniden demir atıyorsam iç dünyamın merkezine… İnsana dokunduğum , insana karıştığım bir katmandayım… Uzaklardan ışıltılı yüzüyle insana koşup insana sarılıyorsa öykü, yabancılaşmanın kırıldığı atmosferdeyim… Öykü, iç dünyamın kapılarını sonuna kadar açıp özgürlüğe kanat çırpmak… Öykü, insanlık yürüyüşüne katılarak yağmur olup yağmak, sel olup akmak, güneş olup ısıtmak … Öykü, kulaklarıma fısıldananları tuzla buz etmek … Öykü, kimseye bağlı ya da bağımlı olmadan, engellenmeden, zorlanmadan koskoca bir dünyaya sığmak demek…
Öykü, insanlarla doğal ilişki kurmaktır. Diğerlerinin, acılarına, sevinçlerine katılmaktır. Bu açıdan öykü yazmak, toplumsal ortaklığın bir ürünüdür.
Öykü, karanlığı, tutsaklığı, adaletsizliği, eşitsizliği yok etme düşüncesinin eylem gücü kazanmasıdır.
Öykü, insanı, doğayı, toplumu, evreni anlatarak insanın kendisiyle bütünleşmesidir. Çünkü, tüm evrenle ilgili olmak beni çoğaltıyor.
Öykü, insanlığın sorunlarına kulak tıkamamaktır. Vercors’un dediği gibi, insanı insan yapan başkaldırmasıdır. Öykü, insanlık adına hep yeni bir şeyler söylemek, ezber bozmaktır.
Öykü, insanı tanımak ve anlamaktır. Dünyadaki, çirkinlikleri, haksızlıkları değiştirip düzeltmek için çaba harcamaktır.
Öykü, insan türüne katkı yapmaktır. İnsanın insan bilincine ulaşabilmesi için tür bilincine ulaşması gerekir önce. Biz, ateşi bulan, tekerliği bulan insana borçluyuz. İnsanın emeğinde tüm insanlığın sesini duyuyorum. Yazarın görevi, insanlığı yükseklere çıkarmak, aşkı, erdemi, acıma duygusunu, sevgiyi, dostluğu, cesareti, onuru, insana anlatarak insanlığa bir halka eklemektir. Bu halka, insanlık adına geleceği yaratacak olan direklerden biri olmalıdır.
Öykü, bir olay, bir sorun, bir durum ya da bir düşünce olabilir. Öykü, sınırlanmamalı bana göre… Kimileyin ise, öykü, tüm bu öğelerin birbiri içine girmesidir. Ancak, yazar okura, nesnel gerçekliği anlatırken, o gerçekliğin perdesini örtmemeli, gerçekliği bütünlük içinde yansıtmalıdır.
Öykü, yaşamın her kesiminden olabilir. Yazar, nesnel gerçekliği öznel bilincinin süzgecinden geçirerek yaşamın bir anını konu olarak seçebilir. Yazar, kimileyin bir haksızlığa tanık olur. Bu tanık olma durumu, konunun niteliğini belirler. Kimileyin, yazarın söyleyecekleri vardır topluma. Güzeli bulmak istiyordur yaşamda. Sanat, düşündürüp insan olma yönünde dönüştürmek ise insanı, insanın insanla yüzleştiği andır öykü…
Yazmak, düşüncelerimizi, duygularımızı, tasarladıklarımızı ya da yaşadıklarımızı karşımızdakine aktarmaktır. Kısaca, öyküleme, sorunları, söylemek istediklerimizi, izlenimlerimizi ya da düşlerimizi bir olaya ya da duruma bağlayarak anlatmaktır. Bir konuyu yazmak için mutlaka yaşanmış olması gerekmiyor. Yazar, yaşanmamış bir olayı ya da durumu da kurgulayarak anlatabilir. Ancak, neyi, nasıl yazacağımızı belirlemek için iyi bir gözlemci olmak, nesnelerin ayırt eden özelliklerini görmemizi sağlayacaktır. Bakmak ile görmek arasında bir ayrım vardır. Kimileyin, çevremize bakarız. Ama görmeyiz. İnsan, bilincini geliştirerek görmeyi de öğrenebilir. Öykü, yaşantımızı zenginleştirmektir.
Yazmak için yalnızca görmek ve nesneleri uzun uzun incelemek yeterli değildir. Yazar, üzerinde yazacağı konuyu iyi bilmeli, bilmiyorsa araştırma yapmalıdır.
Bir öykünün kurgusunu yaparken konuyu bütünsellik içinde tasarlamalıyız. Eğer, belleğimizde öykünün iskeleti oluşmamışsa yönümüzü şaşırabiliriz. Böylece nedensel bağlar kopar. Öykü bütünselliğini yitirir. Kimileyin, yazarken öykünün planı belleğimizde tasarladığımız gibi gelişmeyebilir. Araya kimi çağrışımlar girebilir. Yazarken araya giren çağrışımların etkisiyle yaptığımız değişikler, eğer öyküdeki bütünselliği bozmuyorsa, belleğimizdeki kurguyu değiştirebiliriz. Belleğimizdeki tasarı bir amaç değil, araçtır.
Öyküde amaç önemlidir. Niçin bir gözlemi, bilgiyi, olayı, durumu bir diğerine aktarmak istiyoruz? Birey olarak insanlarla etkileşim içindeysek, bir diğerine kanılarımızı, duygularımızı ya da düşüncelerimizi aktarmaktan daha doğal ne olabilir? Ancak, yazarın insanlığa katkı yapmak yanında insan bilincini de temizlemek gibi bir sorumluluğu vardır. Yazar, bu sorumluluğun bilincinde olmalı ve öznelliğinden sıyrılarak, nesnel bir tutumla hareket etmelidir. Edebiyatı para kazanmak için yapmamalı, insandan yana tavır almalı, gelecekte gerçekleşecek olan eşitlik, özgürlüğün kılavuzluğunu yapmalıdır.
Öykü, eylem ve olguların birbirlerini etkilemesinden doğan bir anlatım biçimidir. Bir görüntüden diğerine geçiş öykünün başat özelliğidir. Öykü boyunca, değişim ve gelişmelerin zincirleme birbirini izlemesi, ortaya konulan izleğin çevresinde yoğunlaşmasıdır.
Öyküde örge, neden-sonuç bakımından sıkı bir ilişki içinde olmalı ve anlamsal bütünlük sağlanmalıdır. Olayların nedenleri, kişiye göre değiştiği için bir öyküde karakterler önemlidir. Öykü karakterlerinin istençleri, tutkuları, duygu ve düşünceleri o öyküde olayların gelişimini de hazırlar. Öyküde kişiler, kendi karakterine göre konuşturulmalıdır. Bu, kişinin ideolojisine, kültürüne, yetiştiği çevreye, eğitimine ya da diğer eğilimlerine göre konuşması demektir. Bir karakteri oluşturmak demek, olayların karşısındaki tepkisiyle gösterileceği gibi, bireysel bir saplantı, özlemle de gösterilebilir. Böylece, o kişiyi davranış ve eylemleriyle tanırız. Yazarın çevresindeki insanları gözlemlemesi, davranışlarını çözümlemeye çalışması, o yazarın, karakter oluşturma yetisini geliştirebilir.
Öyküde bir durumdan diğer bir duruma geçiş belli bir zaman dilimi ve mekan ekseninde olur. Yazar, ister klasik öykü anlayışına göre, öykünün akışını oluşturur. İsterse, dramatik öğeyi başlangıç olarak seçer, zamanın düzenini değiştirir.
Dille düşünce arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu anlamda, Türkçe, Arapça, Farsça ve yabancı kökenli sözcüklerden arınmalıdır. Yazar, gerçekliği dille örtmemeli ve halkın anlayacağı yalın bir dille öykülerini yazmalıdır.