ÖTEKİLEŞMENİN SESLİ TANIĞIYIM

Şu yaşıma geldim; kimseyi dininden, mezhebinden, renginden, cinsiyetinden, sınıfında, dilinden, etniğinden, engelinden ötürü horlamadım. Horlayanları çok gördüm. İlkokul yıllarımda başladı tanıklıklarım.

Mahallemde oyun oynadığım Kürt arkadaşıma “sen Kürt müsün, Türk müsün? ” diye sorarlardı. “Türk’üm” derdi. Yüzü kızarırdı. On üç yaşlarındaydım daha. Ben utanırdım bu sorulardan. Kendimi onun yerine koyardım. Kürt müsün, Türk müsün? diye soranlara , “Kürt olmak ayıp mı ,niye soruyorsunuz” diye karşılık vermezdim. “Türk’üm” demişti, Kürt olmasının ayıp olmadığını nasıl savunabilirdim. Ötekileşmenin sessiz tanığıydım.

Komşumuzun çocuğu evlenirdi. Düğün davetiyesi bize getirilirken, yan komşumuza davetiye götürülmezdi. Menekşe abla, “aman oğlum, sakın onlara davetiye verme, onlar kızılbaş” diye balkondan seslenirdi. Tül perdenin ardına saklanmış Hatun abla’nın, kaskatı gölgesini çocuk gözlerim farkederdi. “Onlar kızılbaş” seslenişini duymamış gibi yapardım. Ben de utanırdım. Ötekileşmenin sessiz tanığıydım.

Ötekileştirme ailem içinde de vardı. Başka dinden olanlara “kâfir”, başka milletten olanlara “ermeni tohumu, yunan tohumu” denirdi. Bir kız çocuğu olarak ötekileşme yaşadım. İlkokuldan sonra ortaokula gönderilmem babama göre boşa gidecek masraftı : “Kız çocuğu bu, yarın öbür gün evlenecek, kocası çalıştırmayacak, okuması için harcadığım paralar boşa gidecek” derdi. Erkek kardeşim derslerine hiç çalışmasada, babam kardeşimi okutmak isterdi. Yolda rastladığı bir adam “derslerine çalışıyorsa okut “ dedi babama. Böylelikle kayıt oldum ortaokula. On üç yaşlarıma geldiğimde bazı işleri yapmam hep benden istenirdi. Odanın birinde ampul patlasa , “şu ampulu değiştir” derdi babam. Bir keresinde üşenip değiştirmek istemedim. Benden bir yaş küçük erkek kardeşimin değiştirmesi için babama “O’na söyle “ dedim. Sert bir tavır gösterdi. “Hayır, O değiştiremez” …Ben “değiştirebilir “diye ısrar ettim. “O değiştiremez, elektrik çarpar ” dedi. Gözlerim faltaşı gibi açılmıştı. “Elektrik çarpar öyle mi, beni elektrik çarpmaz mı”?

Kadınların ötekileşmesini ilk annemde gördüm. Çalışan babam olduğu için annemin yaptığı ev işleri o kadar değersizdiki gözünde , çalışıyor olması sebebiyle anneme en dayanılmaz hakaretleri, küfürleri ederdi…. Annemin ötekileşmesini gördükçe derslerime sıkı sıkı sarılırdım.Ailem toplumun bir yansımasıydı.

Lise yıllarımda artık susmayı bırakmıştım. İnsanların ötekileştirilmesinin karşısındaydım. Sessiz tanıklığım sesli olmaya başlamıştı. Babam “niye sen Kürt’leri, Alevi’leri savunup duruyorsun, yoksa Kürt Alevi birini mi buldun okulda” derdi. Benim bir insan olarak ötekileştirmelerin karşısında olduğumu bir türlü anlamazdı. Ne zaman tanıklığım sesli olsa “Kürt birini mi buldun, Alevi birini mi buldun” …

Engelliler… belki de varlıkları bile görülmeyen engelliler… belediyelerin, mühendislerin imar planına almayı unuttuğu engelliler.. Engelli çocuğu olan bir ailenin içinde büyüdüm. Her gün zerresine kadar tanık oldum toplum karşısında engelli kardeşimin ötekileştirilmesine. Zerresine kadar tanık oldum bu ötekileştirmeyle kardeşimin mücadelesine.. Engelli olduğu için “evlenemez, alacak kimsesi olmaz “ ötekileşmesine uğradı gençliğinin en güzel yıllarında. “Kimse seni sevmez, kimse seni istemez, engellisin çünkü” diyordu toplumun ileri gelenleri..

Kardeşimin katıldığı engellilerin etkinliklerine, ben de katıldım zaman zaman. Bu etkinliklerde, engellilerin yaşadığı sorunları daha yakından gözlemleme fırsatım oldu. Engelliler için düzenlenen bir tatil organizasyonunda tanıştığım tekerlekli sandalyedeki bir kadın, organizasyonun içinde sağlam insanların olmasını eleştiriyordu: “Ben sağlam insanlar görmek istemiyorum burada, rahat edemiyorum” diyordu. Bir engelli olarak bir tur şirketine başvurduğunu, başvurusunun kabul edilmediğinden sözetti. Sağlam insanlar da, engelli görmek istemiyormuş gezintilerini yaparlarken. Sağlam insanlar engellileri görünce kendilerini iyi hissetmiyorlarmış. Bu yüzden bu şirket başvurusunu kabul etmemiş. Engellilerin engelsizleri, engelsizlerin engellileri ötekileştirdiğinin sesli tanığıydım.

Kız öğrenci yurdunda kaldığım sıralarda, zenci bir arkadaşım üzüntüyle anlatmıştı. Yolda giderken, kadının birisi çocuğuna “yaramazlık yapma, yaramazlık yaparsan seni bu öcüye veririm” demiş. “Beni öcüye benzetiyor” dedi aglamaklı. Ötekileşmenin sesli tanığıydım.

Çalıştığım iş yerimde, patronun oğlunun düğününe herkes davet edilirken; tulum giyen, elleri nasırlı işçi arkadaşlarım düğüne davet edilmemişlerdi. “Biz insan değil miyiz, bizi insan yerine koymuyorlar” demişlerdi. Davete tulumlarıyla gidecekleri! düşünüldü sanırım. Gösterişli bir davete yakışmazdı işçiler.Gecesini gündüzüne katıp çalışan , haklarını alamayan işçi arkadaşlarımın sınıfsal olarak ötekileşmesinin sesli tanığıydım.

Bunlar yaşama politik gözlerle bakmaya başlamamın küçük örnekleridir. İnsanlık tarihi, hep ötekileştirilenlerle ötekileştirenlerin kavgası olarak sürdü, sürüyor. Ötekileştirmeyi yaratan toplumsal erklerdir, siyasi otoritedir , devlettir. Ötekileştirilme var oldukça öteki edilenle, öteki eden arasında bitmeyen bir savaş olacaktır. Bu nedenle ötekileştirilme sorunu kültürel bir sorundan öte politik bir sorundur.

Bugün ülkemizde otuz yılı aşkındır süren bir iç savaş yaşanıyor. Askerlerin, polislerin, çocukların, sivillerin, dağdaki militanların her gün katledilmelerinin haberlerini alıyoruz. Acılara eşit mesafede yaklaşmayan bir güruh var. Zihinlerinde resmi ideolojinin zincirlerini parçalamayanlar; askerler, polisler katledildiğinde üzüntü yaşıyorlar, tepki gösteriyorlar. Aynı ülkenin yurttaşları olan Kürtler’in evlatları öldürüldüğünde derin bir sessizlik, tepkisizlik içine giriyorlar. Bunlar ötekileştirmedir. 80 milletvekiliyle mecliste olan bir partinin binaları yakılıp yıkılıyor, talan ediliyor. Cizre’ye, Yüksekova’ya bu partinin milletvekilleri valilik emriyle alınmıyorlar. Cizre’de seçilmiş bir belediye başkanı, atanmış İç İşleri Bakanlığı kararıyla görevden alınıyor. Bunların hepsi, aynı coğrafyada yaşadığımız Kürt kardeşlerimizin hak gasplarıdır, ötekileştirmelerdir.. Ne mutlu Türk’üm diyenler, bu ötekileştirmelere karşı devletten daha devletçi kesiliyorlar. “Operasyon değil katliam istiyoruz” diyerek sokaklara dökülüyorlar. Ne mutlu Türk’üm diyenler, Kürt kardeşlerimizin yaşadığı acılara vicdanlarını kapatıp neredeyse tüm halka nefreti ateşliyorlar.

Otuz yıldır süren kirli bir savaşın bitmesi için çaba gösterileceğine, askerler için” evlatlarımızı feda etmeye hazırız” açıklamalarını işitiyoruz. Yarbay Mehmet Alkan, öldürülen kardeşinin bu kirli savaşa kurban gittiğini sorgulayarak:”Buradaki vatan evladı daha 32 yaşında. Vatanına, sevdiklerine doyamadı. Bunun katili kim? Bunun sebebi kim?, Düne kadar çözüm süreci diyenler ne olduda sonuna kadar savaş diyor” dediği için hakkında soruşturma başlatıldı, terör örgütleriyle bağlantılandırılmaya çalışıldı. Şehit cenazelerinde artık ötekileşme sorgulanıyor.. Genelkurmay, Akp’liler cem evlerinden kaldırılan şehit asker cenazelerine katılmayacaklarını açıkladılar. Kendi kültürlerini yaşamak isteyen alevilere ,camiden kaldırılan cenazelerin dayatılması ya da katılmamak ötekileştirmedir .Her kimlik kendi kültürünü yaşamalıdır.Devletin ve siyasal iktidarların görevi herkesi tek tipleştirmek değildir, tersine her kimliğin kendini ifade edebilmesi sağlanmalıdır. Nasıl ki okullarda türban dayatması tek tipleşme yaratma çabasıysa, oruç ayında sigara içti diye Erzurum’da bir genç kıza saldırmakta tek tipleşme yaratma çabasıdır. İkisi de yanlıştır. Farklılıkların zenginlik olduğunu, tek doğrunun kendimiz olmadığını kabul etmek gerekir. Doğa bile yeşilin bin bir çeşidindeki farklılıkları koruyarak barışı göstermektedir.

Ötekileştirme politik bir sorundur dedim. Ötekileşmenin çözümü de politik olmalıdır o halde. Ülkesini gerçek anlamda seven her vatansever; oy verdiği andan itibaren milletvekillerini atamıştır. Meclise atananlar; ülkede yaşanan sorunları çözmek için oraya gönderilmişlerdir. Halk giymediği özgüvenini kuşanıp, kendi gücünü görmelidir. Oy verdiği partinin milletvekillerinin, görevlerini aksatması halinde bir daha oy vermeyerek hesap sormalıdır. Bugün her gün çoğalan cenaze haberleri, ülkenin iç savaş hali ; bu ülkede sorunların atananlarca çözülmediğinin göstergesidir. Meclis uyuklama, cebini doldurma yeri değildir. Meclis, halkın oy vererek atadığı görevlilerin hizmet etme ve sorun çözme yeridir.

Savaş herkesi yakar. Gencecik çocuklar katlediliyor, bebekler yetim kalıyor.Savaş, bakmaya cesaret edemediğimiz kanlı insan, hayvan cesetlerini atıyor internette önümüze.Savaş anaların yüreğine evlat acısını saplıyor.Savaş metrolara, alış veriş merkezlerine,İstanbul’a sıçrayacak dur denilmezse. Bu savaş hepimizi yakar.. Ülkemizde huzur ve bariş ; farklılıkların kendini ifade edebilme özgürlüğünü savunduğumuzda, farklılıklara tahammül göstermeyi öğrendiğimizde, yiyici sınıf için ölmeyi- öldürmeyi reddettiğimizde, barışı talep ettiğimizde mümkün olabilir. Ötekileştirerek bizi bölüyorlar, kışkırtıyorlar, sokaklara döküp provakatörlerin oyunlarına getiriyorlar. O yüzden ötekileştirmeden, her birimizin insan olma hakkını savunarak durdurabiliriz bu kirli savaşı. Sessiz tanıklıklarımız, sesli tanıklıklara dönüşebilmeli.

Haklılıklarımız bizi cesur kılmalı. Herkes gücü yettiğince üstüne düşeni yapmalı. En azından alevi, kürt, ermeni, ateist, hiristiyan, müslüman, kadın , erkek , engelli diye kimseyi ötekileştirmemeli. Ötekileştirme sadece adaleti sağlamayacak olan iktidarlara yarar. Doğaya bakınca ötekileştirme göremeyiz. Canlısından, cansızına bin bir çeşidiyle doğa karşımızda.

Ne demişti Charles Bukowski :

“Hangi çiçek, diğerini “sarı açtı” diye ayıplar?
Hangi kuş, “farklı ötünce” diğerine yasak koyar?
Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar.
Ah insanlar!
Her şeyi bulup kendini bulamayanlar…”

Yorum yapın