HİSSETMENİN SULARINDA DOLAŞMAK

“Hissetmek, hissetmektir, bu nedenle hissetmek ancak duygularla anlaşılabilir. ”
Ludwig Feuerbach

Varoluşun Özü

İnsanın bir siyasi duruşu olması varoluşunun özüdür. İnsanı insan yapan özelliklerden biri de budur. Özelleştirmeler yoluyla ülkenin cevherlerinin satılması, sendikal hakların kısıtlanması, hukuksuz işten çıkarmalar, belli bir yaşam biçiminin dayatılması, emeklilerin, işçilerin ve memurların yoksulluk sınırında yaşaması toplumu öylesine abluka altına aldı ki, Gezi Direnişi’nde tüm bunlar açığa çıktı. Türkiye ekonomisi büyüyormuş! Bundan bana ne! Bu büyümeden emekli, asgari ücretli pay alabiliyor mu? Onu söyleyin siz bana… Varsıllar zaten bir elleri yağda bir elleri balda yaşıyorlar… Varsılı koruyan bir ekonomi politiğin nesini savunayım ben? Modern iktisat tek yanlı… Kimi istatistiklerle gözümüzü boyuyorlar yalnızca…

Her yer Taksim her yer Direniş

Gezi Direnişi sırasında güzel ülkemin güzel insanları öylesine bir dayanışma gösterdi ki, tarihe geçti. Tüm Türkiye’nin kalbi Taksim’de attı. Tıpkı Kuşadası Güzelçamlı’da olduğu gibi… Bu şirin ilçede her akşam Taksim’e destek yürüyüşleri düzenlendi… Yaşlı genç, çoluk çocuk büyük bir coşkuyla ellerinde tencere ve tavalarla, dillerinde çeşitli sloganlarla gezi trenine bindiler… Kendileri ordaydı ama yürekleri Taksim’deydi… Gözleri ışıl ışıl, bakışları sorgulayıcıydı. Son derece barışçıl eylemlerdi. Adeta bir festival havasındaydı. Ben de kimileyin bu coşkuya eşlik ettim. Kimileyin yüreğim ağzıma gelerek Taksim’de yapılan müdahaleleri televizyondan izledim.

Cennetten Bir Köşe

Kocaman bir grupla gittik Kuşadası’na… Güzelçamlı beklemediğim kadar güzeldi… Sabahları denizin nazlı nazlı süzülerek kıyıları sessizce yalaması… Kuşların patır patır o ağaçtan bu ağaca konarak cıvıl cıvıl şarkı söylemeleri… Sümüklüböceklerin taştan bahçe duvarlarında devinimleri… Acıkan kedilerin yalvaran bakışları… Envai çeşit bitki ve ağaç türü, rengarenk çiçek bahçeleri… Cennetten bir köşe gibi… Bir yanda direniş… öte yanda doğanın kucaklayıcı görüngüleri… Ruhumda bir çok bileşeni eritip içtim…

Ak Kadınlardan Biri

Çeşit çeşit insanlar tanıdım. Adı gibi kendi de ak olan bir kadın tanıdım… Gözlerinde hep bir hüzün var… Ama hüznünü sevince döndürebilecek kadar iradeli… Kaya gibi sağlam… Nasıl da etkiledi beni içli içli söylediği deyişler… “Okusa kesinlikle bir şair olurdu”, dedim içimden… Yanık sesi zaman zaman rahmetli annemi anımsattı bana… Ayrılırken nasıl da içten sarıldı bana… “Çay içmeye gel”, dedi bir gün… Şiir gibi konuşan insanları severim ben… Ağzından bal damlıyordu sanki…

Sevgiyle Dünyaya Direnenler
Hafif mental olan çocuklarıyla arasında öylesine bir sevgi yumağı vardı ki, her sözünden, her davranışından sevgi pıtırcığı düşerek benim kalbime doğru yol alıyordu.
Kim sevmez böyle bir insanı?

Yavrularıyla bir olan, sabahın diriltici soluğunu onlara baktıkça duyumsayan… Onları göremediğinde telaşlanan… En zor anlarında bile gülümseyen…
“Bu kadar pozitif olmayı nasıl başarıyorsun”, dedim bir gün… “Aman! Şu üç günlük dünyada gülmeyip de ağlayalım mı hep! Sen de benim gibi gül”, dedi. Sonra da, “ Çocuklarım için genç kalmalıyım” diye ekledi.

Afalladım birden. Hiç böyle bir yanıt beklemiyordum. O yalnızca sevgisiyle dünyaya direniyordu. Tanrım! Sevginin bu karşı koyulmaz gücü karşısında yalnızca önünde eğilirdi. Sevgi duygu ve düşüncelerin diliydi. Sevgiye hükmeden bu kadına karşı hayranlığım bir kat daha arttı. Kendi varlığını çocuklarının varlığına indirgeyen bu bilge kadın kendi kendini ayakta tutmanın yolunun sevgi dili olduğunu çoktan öğrenmişti. Belki imkansızlıklardan dolayı okuyamamıştı. Ama sonradan okuma yazma öğrenmiş, akraba evliliğinden dolayı hafif mental olan çocuklarını sosyal yaşamın içine katmak için elinden geleni yapmıştı.
Yaşamından kesitler anlattı. İçinin kabardığı anlarda ya deyiş söylermiş ya da Yunus Emre’yi okurmuş. Sonra da kuş gibi hafiflermiş…

Söylediği her söz bir tohum olup yüreğimde yeşeriyordu. Ufak tefek bir kadındı. Ama öylesine kocaman bir yüreği vardı ki, o yürek tüm dünyayı kucaklamaya yeterdi. O zeka engelli çocuklarından utanç duymayan ve onlar için her fedakarlığı göze alan, bu özverisiyle tüm sınırları aşan eli öpülesi annelerden biriydi.

Hep Çocuk Kalabilmek

Ötelenenleri sevdim ben… En çok da masumiyetlerini… Hani, hep çocuk kalmak isteriz ya! Çocuk kalanların içindeydim. Onlar kadar mutluydum… Gözlerinde kinin ve nefretin izi yoktu… Düşünsenize! Her sabah, perdeyi açıp balkona çıktığınızda, kocaman bir çift gözle karşılaşıyorsunuz… “Günaydın teyze” diyen bir ses… Bakışları güneş kadar aydınlık… Yaz rüzgarı kadar ılık… Naif ve saf… Ellerini ağzına götürerek tüm penceresini açanlara öpücük gönderiyor… Hangimiz öyle olabiliriz?

Bu tatil hep çocuk kalanların yanındaydım… Onlar kadar mutluydum… İster candan olun… İsterseniz numara yapın… Güzel bir söz öylesine mutlu ediyor ki onları sahte olmayı bile başaramıyorsunuz… Mıknatıs gibi çekiyor temiz yürekleri… Siz görünene değil, görünenin ardındaki parlaklığa bağlanıyorsunuz… Ben de bu gücün ardına takıldım. Kimileyin onlar gibi çocukluk yaptım. Kimileyin ise, hayran hayran yüzlerini seyrederek derin düşüncelere daldım.

Bana Ayna Oldular

Güzel bir tatilin ardından yeniden İstanbul’dayım. Türkiye’min her yeri güzel… Ama İstanbul Türkiye’nin incisi bence… Her boğazdan geçişimde bunu düşünürüm… Yeniden İstanbul’a aşık olurum… Ben geceleri daha bir severim İstanbul’u… Takmış, takıştırmış bir güzeli anımsatır bana… Baştan çıkarıcı bir güzelliği vardır… Kışkırtıcı bir o kadar da gizemli… Bu ölümsüz şehirde tüm insanların birbirini ötelemeden, dışlamadan, birbirine kulak tıkamadığı bir dünya hayal ettim.

İnsan mükemmel bir varlık… Ama özel çocuklar daha bir mükemmel… Temiz, saf ve duru bir güzellik mükemmelliğin ta kendisi… Onların bu berraklığından hoşnut kaldım… Ayna oldular bana… Kendime dönüp baktım yeniden… yeniden… Çocuk olmak içtenlikle kahkaha atabilmek… Çocuk olmak doğanın her türlü görüngüsünü ilk kez görüyormuş gibi sevebilmek… Duyguyla doldurulmuş her şey insanın kendisinden başkası değil… Özel çocukların müthiş bir hissetme güçleri var… Onların bu gücünü gördükçe ufkum açıldı. Sınırlanmışlığın içinde sınırsızlığı görmek sonsuzluğa açılmak gibiydi. Hissetmek için yalnızca hissetmek gerekliydi.

Yorum yapın