Engelli Olmak Ne Demek

Çocukluğum kar… Çocukluğum tertemiz… Yüreğimde var olmanın müziği… Dans ediyorum mavinin en neşe veren yerinde… Kocaman memeleriyle alıyor beni içine sarmaş dolaş… Kucağı bir anne gibi ılık ve sıcak… Çocukluğum içimde çırılçıplak…

Büyüdüm, büyüdükçe rüzgarla kırıldı dallarım… Ellerimi ayaklarımı bağladılar önyargılarla… Ne zaman maviye kur yapmak istesem, üşüdüm yağmur yüklü bulutlarla…

İlkokul beşinci sınıf öğrencisiydim. Sınıf birincisiydim. Ortaokul parasız yatılı sınavlarına girmek istiyordum. Bu isteğimi öğretmenime ilettim. Öğretmenim kibar bir dille bunun mümkün olmadığını söyledi. Beynime bir kazık çakıldı sanki. Yüzüm sarardı. Dilim tutuldu, neden diye bile soramadım. Öğretmenim allak bullak olduğumu anlamış olacak ki, geldi saçlarımı okşayarak tatlı bir dille “ bunun sebebini babana anlatayım istersen, yarın okula gelsin “ dedi. Anlaşılan sınava giremeyeceğimin nedenini açıklayacak gücü bulamamıştı kendisinde. Ertesi günün akşamını iple çektim. Hava kararıp babam eve döndüğünde oturduğum yerden fırladım olanca gücümle. Meraktan ölecektim. “ Ne oldu? Ne dedi öğretmenim “ diye sordum bir solukta. Babamın söylediklerini işitince dünyam karardı. İlk kez o gece sabaha kadar uyumadım.

Sen “normal” değilsin. “Anormalsin.”  Yaşıtların gibi sınava girmek yasak.

Senin bir ayağın zayıf. Çevre “normal” insanlara düzenlendiği için okula gitmen yasak.

Sen “görüntü”nle moralimizi bozuyorsun. Akranlarınla birlikte okuman yasak.

Sen yetersizsin. Ev işlerinde annene yardım etmen yasak.

Sen ağır yürüyorsun. Milli bayramlarda geçit törenlerine katılman yasak.

Sen “cici” bir çocuk değilsin. Müsamerelerde görev alman yasak.

Sen “sakatsın” Arkadaşlarınla oyun oynamak yasak.

Yürüyorum sessizliğin ortasında. Her caddeden, her sokaktan, her merdivenden kopkoyu bir siyahlık fışkırıyor delicesine. Bazen azgın bir iştahla, bazen doygunlukla saldırıyorlar üstüme binlerce, on binlerce siyahi böcek. Ezemem, yapamam, gelmeyin üstüme. Çekin ellerinizi ellerimden. Rahat bırakın beni. Ayağım kayıyor düşüyorum bir çukurun ortasına.

Siyah… Gece… Karanlık… Neresi burası? Ortada bir tabut… O da siyah. İçimde sevilmemenin, dışlanmanın ürkütücü boşluğu… Korkarak yaklaşıyorum tabuta ellerimde siyah böcek ısırıkları… Bir iki adım derken put gibi kaldım karanlıklar içinde.  İyi de bu cesaretsizliğim neden? Nedir beni korku denizine salan? Hiçliğin ağıtını mı duyuyorum ne!  Kabul edilmemenin verdiği hınçla çarpışıyor yüreğim. Soluk yüzümle tabutu açsam “ben” karşıma çıkıverecekmiş gibi geliyor. Ben buradayım oysa? Niye korkuyorum kişiliğime yüklenen rollerden!

Rollerle büyüdüm, büyüdükçe önyargılar sardı beyazlarımı. Ötekileştirmenin ayazı vurdu karlarıma. Yüreğim dondu. Zincirle bağlamışlardı ellerimizi, ayaklarımızı…

Kapı geçişleri “sakat”lara uygun olmadığı için bir odadan diğer odaya geçmek yasak.

Tuvaletler çoğunluğa göre düzenlendiği için tuvalete gitmek yasak.

Apartmanda asansör olmadığı için dışarı çıkmak yasak.

Merdivenlere rampa yapılmadığı için bir yerden bir yere ulaşmak yasak.

İşitme engelliler için tercüman olmadığı için derdini anlatmak yasak.

İşyerinde sesli bilgisayar sistemi olmadığı için görme engellilerin işe girmesi yasak.

Mutfak “sakat”lara göre düzenlenmediği için yemek yapmak yasak.

Yerel yönetimler ve devlet toplumsal yaşamda sakatların yaşamını kolaylaştıracak önlemler almadığı için eğitim almak, işe girmek yasak.

“Sakat”ların “sakat olmayan” kişilerle beraberliği garip karşılandığı için aşk yasak.

“Sakat”ların cinselliğinin olmadığı düşünüldüğü için sevişmek yasak.

Evlenmek yasak, anne-baba olmak yasak v.s. v.s.

Yasakların ortasında geceyle yürüdüm. Sürüngenlerin ortasında kaldım bazen. Gölge gibi süzülürken karanlık sokaklarda  çarpıştırdım tüm siyahları… Yüzüne peçe takmış evleri tutuşturdum çağıl çağıl akan ırmaklarda. Kara gözlüklü sokak lambalarına sevginin pul pul ışıltılı yüzünü astım bazen. Acımtırak gökyüzünde geceyle söyleştim. Ellerimizde düş kadehleri. Kadehlerimizi tokuştururken düşlerin aydınlığında kendimden geçtim. O sarhoşlukta ötekileştirmenin sıyırıp geçtik arsız gülüşünü… Yaslandım kar beyazı dağlarına…

Gece anaç…Gece doğurgan… Gece Apollon…

Apollon’un koynunda tüm irinlerimi akıttım dağlara… taşlara… Yazmak, Artemis’in tenine dokunmak… Yerlere kadar uzanan saçlarının arasında bin bir çeşit amber kokusu… Yazmak, ana kucağı gibi sıcak… Yazmak, yaralarını dağlamak ateş renkli volkanlarda.

Büyüyor içimde duyguların, düşüncelerin, bedenlerin, aşkların, İNSANIN tutsak edilmediği, aydınların, gazetecilerin, yazarların içeriye atılmadığı, baskının, zorbalığın, yıldırmanın, ötekileştirmenin olmadığı, yasakların yok olduğu bir yıldız…

Gebeyim ben Akanyıldız’a…

Yorum yapın